Son günlerde birçok okuldan benzer haberler geliyor: Hayır amaçlı dağıtılan tavuk-pilav sonrası toplu zehirlenme vakaları…

Bir zamanlar “iyilik” niyetiyle yapılan bu etkinlikler, bugün velilerin, öğrencilerin ve hatta öğretmenlerin içine kurt düşüren bir riske dönüşmeye başladı.

Aslında mesele sadece hijyen değil. Sorun çok daha temel:

Okul gibi kamusal bir alanda, denetim ve sorumluluk zincirinin bu kadar kritik olduğu bir ortamda, dışarıdan gelen toplu yemek ikramlarının yasal zemini gerçekten ne kadar sağlam?

Çoğu zaman bu etkinlikler güzel niyetlerle yapılıyor; kimse bunu inkâr edemez. Ama iyi niyet, maalesef gıda güvenliği açısından bir sigorta değil. Tavuk gibi çabuk bozulan bir ürünün büyük tencerelerde, kazanlarda hazırlanıp saatlerce bekletildikten sonra yüzlerce çocuğa dağıtılması…

Bu, en hafif ifadeyle “şansa bırakılmış bir iyilik”.

Asıl ironik olan ise şu: Yapılan “hayır”, kimi zaman yardım etmeyi hedeflediği çocukların sağlığını riske atabiliyor. Burada bir durup düşünmek zorundayız. Çünkü işin ucu sadece mide bulantısı, ishal, ateşle bitmeyebilir; toplu zehirlenmelerde sonuç çok daha ağır olabilir. Sorumluluk ise okul yönetimi ile yemeği hazırlayan kişiler arasında havada kalır, kimse net bir muhatap bulamaz. Bu belirsizlik de işin yasal yönünü iyice tartışmalı hâle getirir.

Belki de artık bu geleneği olduğu gibi sürdürmekte ısrar etmek yerine, gerçek ihtiyacı görmek gerek.

Eğer mesele gerçekten “hayır” yapmaksa, bunun çok daha güvenli, çok daha faydalı bir yolu var:

Zor durumdaki öğrencilere doğrudan maddi destek sağlamak.

Bir öğrencinin beslenme çantasına katkı yapmak, mont alamayan çocuğa gizlice bir mont ulaştırmak, ailesinin gücü yetmediği için servis ücretini ödeyemeyen bir çocuğun önünü açmak…

Bütün bunlar, tavuk pilav kazanından çok daha derin bir iyilik bırakır. Hem risksiz, hem onurlu, hem de gerçekten hayatı kolaylaştıran bir destek olur. Toplu yemek dağıtmaktan vazgeçmek gelenekten kopmak değildir. Asıl hayır, çocuğun sağlığını riske atmayacak yoldan yapılan hayırdır.

Belki de artık şu soruyu soralım:

Amacımız gerçekten iyilik yapmak mı, yoksa yıllardır alıştığımız bir ritüeli sürdürmek mi?