Eğitimde disiplin ve düzen… Bu kavramlar, son günlerde yeniden gündemimizde. Önce tek tip forma, şimdi de tek tip ayakkabı tartışmaları. Yetkililer, bu kararların eğitimdeki eşitsizliği azaltmak, öğrenciler arasında ayrışmayı önlemek ve daha düzenli bir ortam sağlamak için alındığını söylüyor. Kuşkusuz, bu hedefler son derece insani ve eğitim sistemi için elzem. Kim çocuğunun sırf giydiği kıyafet veya ayakkabı yüzünden dışlandığı, incindiği veya ezildiği bir ortamda bulunmasını ister? Hiç kimse.
Ancak işin bir de görünmeyen yüzü var. Bu kararların arka planında yatan, dile getirilmeyen, belki de getirilmek istenmeyen bir gerçek: Ekonomik darboğaz ve hayat pahalılığı.
Türkiye, son dönemlerin en zorlu ekonomik sınavlarından birini veriyor. Enflasyon, alım gücünü derinden etkiliyor. Aileler, temel ihtiyaçları karşılama noktasında bile zorlanırken, çocukları için “marka” baskısı olmadan, sürekli değişen modaya yetişmeden, uygun fiyatlı bir ayakkabı bulmak bile büyük bir mali yük haline gelmiş durumda. İşte tam da bu noktada, “tek tip ayakkabı” uygulaması, “disiplin” söyleminin ardına sığınmış bir “ekonomik rahatlama” önlemi olarak karşımıza çıkıyor.
Bu durum, aslında bir itirafı gibi. “Vatandaşın alım gücü o kadar düştü, fiyatlar o kadar arttı ki, artık okulda çocukların giyeceği ayakkabıyı bile standardize ederek ailelerin üzerindeki bu mali yükü hafifletmek zorundayız” mesajını veriyor. Sorunu kökünden, yani enflasyonla mücadele ederek çözmek yerene, onun yarattığı semptomlarla uğraşıyoruz. Ayakkabı, sebep değil, sonuç. Sorunun kendisi değil, ekonomik krizin eğitim sistemindeki bir yansıması.
Elbette ki tek tip bir uygulama, sosyo-ekonomik farklılıkların sınıf ortamına yansımasını bir nebze olsun önleyebilir. Ancak asıl mesele, bu kararların hangi gerekçeyle alındığı. Bizler, çocuklarımız için, eğitimdeki düzen ve disiplin adına, “pedagojik fayda” gözetilerek, uzun vadeli eğitim politikalarının bir parçası olarak planlanmış kararlar hayal ediyoruz. Ekonomik krizlerin gölgesinde değil, eğitimin gerçek ihtiyaçları üzerine inşa edilmiş bir sistem arzuluyoruz.
Muradımız odur ki; bir gün ülkemizde, enflasyonun aileleri ve dolayısıyla çocukları nasıl etkileyeceği endişesiyle değil, sadece ve sadece çocuklarımızın daha iyi bir eğitim alması, daha huzurlu bir ortamda büyümesi için kararlar alınsın. Ekonominin dar boğazları, eğitim politikalarımızın rotasını belirlemesin.
Son söz olarak; ayakkabılar tek tip olabilir, ama niyetler ve gerçekler asla gizli kalmaz. Amacımız, gerçekten eğitimde fırsat eşitliğini ve düzeni sağlamaksa, bunun yolu önce ekonomide istikrarı sağlamaktan geçer. Çocuklarımızın ayakkabıları değil, onların geleceğe attığı adımların sağlam olması önemli. Ve o sağlam adımlar, ancak sağlam bir ekonomi ve gerçek bir eğitim seferberliği ile atılır.