Sadece çocuklar değil esasen insanımız üç tarafı denizlerle çevrili, dört mevsimin yaşandığı cennet vatanımızda meyve bolluğundan uygun fiyatlara istifade edemiyor.

Bugünlerde pazara çıktığımda, tezgâhlardaki renk renk meyvelere bakıp iç geçiriyorum. Çilekler kıpkırmızı, muzlar erikler sanki bir resimden fırlamış gibi… Ama bir yandan da aklıma takılıyor
"Acaba kaç çocuk bu meyvelere ulaşabiliyor?"

Ne yazık ki, Türkiye’de pek çok aile için meyve artık bir “lüks” haline geldi. Enflasyon, zamlar, alım gücünün düşmesi derken, sofralarımızdan önce et, sonra balık, şimdi de meyve yavaş yavaş çekiliyor. Eskiden “Yavrum, meyve ye, vitamin al” diyen anneler, şimdi “Paramız yetmiyor” demek zorunda kalıyor. 
Eskiden bir kilo erik almak için bir ailenin bütçesi sarsılmazdı. Şimdi ise meyve fiyatları öyle bir noktaya geldi ki, “Haftada bir gün meyve günü” yapan okullarda bazı çocuklar elinde kayısı ile, bazıları ise boş ellerle oturuyor. Çünkü aileler, “Meyve alayım” dan çok elektrik faturasını, kirayı, okul masraflarını düşünmek zorunda. 
Doktorlar, beslenme uzmanları sürekli “Meyve yiyin” diyor. Peki ya yiyemeyenler? Özellikle büyüme çağındaki çocuklar için meyve, sadece bir tatlı atıştırmalık değil, aynı zamanda bağışıklık sistemlerinin temel taşı. C vitamini eksikliği, demir emilimini azaltıyor; bu da çocuklarda halsizlik, dikkat dağınıklığı ve hastalıklara yatkınlık demek. Yani, bugün meyve yiyemeyen çocuklar, yarın daha sık hastalanan, okulda daha çabuk yorulan bireyler olacak. 

Bu problemi çözebilmek adına bazı pragmatik adımlar atılabilir. Örneğin
belediyelerin “Meyve Sebze Pazarı” projeleri, okullarda ücretsiz meyve dağıtımı gibi adımlar atılabilir. Ancak asıl çözüm, enflasyonla mücadele ve gelir adaleti. Bir ülkede çocukların meyve yiyememesi, sadece ekonomik değil, ahlaki bir sorundur. 

Son sözüm şu: Bir gün, çocuklarımızın “Anne, ben meyve istemiyorum” dediği için değil, “Anne, meyve alabiliyor muyuz?” diye sormak zorunda kalmadığı bir Türkiye’yi hak ediyoruz. Umarım o günler yakındır