“Paralel Yapı” HAreketİNİ anlamak için ve de bugünkü yapılan operasyonların ne derece önemli olduğunu kavramak için; geçmişe gidip bir analiz yapmamız gerek ki; taşlar yerine otursun. Bu yazımda ; Kimler kime, ne diye , ne için , ne şekilde , kimleri ve neleri kullanarak hangi hedeflere ulaşmak için bu hareketi başlattıklarının cevaplarını ve sonuçlarını vermeye çalışacağım.
“Edirne ve Kırklareli'ndeyken cemaatin içinde yeni bir tarzın temsilciliği olacağını beyan etti. Etrafındaki yetiştirdiği zeki ve akıllı öğrencileri yetiştirerek devletin önemli kademelerine yerleştirmeyi hedefliyordu. 1966'dan sonra İzmir'de kendi düşünce yapısına göre örgütlenmelere başlayarak geniş bir çevre edinmeye başladı. Amacına ulaşmak için kullanabileceği her ne olursa 'amaç için yapılması mubahtır' söylemini cemaatine empoze ederek değişik sivil toplum örgütleri içerisinde sivrilmeye başladı. Bir yandan devlete şirin gözükecek diğer tarikat ve cemaatlerin tasfiyesini sağlamak için devlet organlarını kullanmaya başladı. Devlet organları da malum cemaat liderini kullanmaya başladı. Sıkıyönetim döneminde Edremit ve Manisa'da faaliyetlerine devam etmesi, komutanlıkça desteklendi. Bunda ABD ile MOSSAD'ın 'bizatihi desteklenmesi gerekli örgütler' listesinde gösterilmesi sebep oldu.”
'Solcunun asılması mübahtır'. Görüleceği üzere söyleminde diyalog ve hoşgörü en üst seviyededir.!
Cemaat liderinin “12 Mart 1971 muhtırasının ardından dönemin Sıkıyönetim Komutanlığı’nca hazırlanan bir istihbarat raporu, karanlık dünyasına ışık tutuyor. Raporda, CIA ile MOSSAD’ın para ve lobi desteğiyle palazlandırdığı malum şahsın, ‘askere şirin görünmek’ için diğer dini grupları nasıl fişlediği anlatılıyor.” O dönemlerde hedefinde ‘süleymancılar” diye adlandırılan siyaset ile alakası olmayan hafız yetiştirmeyi amaç edinmiş olarak bildiğimiz din kardeşlerimiz hedefindeymiş. Kendisinin düşüncesi haricindekileri daha o zamanlardan hedefine koymuş ; ümmet dışı diyalog ve İN’ler arası diyaloğun temelleri atılmış.
Yukarıdaki 1971 tarihli resimde aynı kare de yer alan Tireli Nur Cemaatinin değerli abilerinin anlattıkları yargılanma sürecindeki ilginç detayı sizinle de paylaşmak isterim. Yargılama esnasında Hakim tüm tutuklulara teker teker şu şekilde sormuş; Nurcu musun ? Tutuklularında ortak cevabı Hayır! Nur Talebesiyim olmuş. Ancak bir kişi hariç, O ise “Hayır! Ben sadece o kitaplardan istifade ettim” demiş. Kim olduğunu malumunuz. Ve bu ifadesi ile malum cemaat lideri en az ceza alması beklenirken en fazla cezayı da O almış. Bu sebepten diğer Nur talebelerinden daha fazla ceza alması da akıllarda soru işareti bırakmaktadır. Yani bu şekilde desteklenmesi ve üst düzey örgütlenmesi tesadüf değildir.
Bazı yerlerden aldığım bilgiler doğrultusunda da 12 eylül 1980 darbesinde kendisinin İzmir’deki NATO üstünde korunmak için saklandığı yöndedir. Bu süreç sonrasında 6 yıl saklandığı bir süreç başlamış ve sonrasında yakalanmıştır. Rahmetli Turgut Özal’ın iktidar olması ile bazı din alimleri onunla birlikte özgürlüklerine kavuşmuştur. Bu süreç sonrasında da İzmir Kestane pazarında , Hisar camisinde gözü yaşlı, hop oturup hop kalktığı meşhur vaazları ile cemaat büyük bir ivme kazanmıştır. Bu arada ses ve video kasetleriyle de kitlelere ulaşmaya devam etmektedir. O dönemlerde siyasi olarak Anavatan Partisi desteklendiği herkes tarafından bilinmektedir. Sayın Özal’ın Cumhurbaşkanı olması döneminden sonra menfaatlere göre farklı siyasi arayışlara girişimler başlamıştır. Tabi ki bu siyasi menfaatlerin içinde hiçbir zaman yer almayan tek parti o dönemlerde Refah Partisi’dir. Rahmetli Prof. Dr. Necmettin Erbakan hocanın dini ve siyasi görüşünü ve dik duruşunu her zaman için kendi hareketi için en büyük tehlike görmüştür. Bu sebepten dolayı hiçbir zaman bu siyasi harekete destek olmamış hatta yıpranması için elinden geleni de sinsice yapmıştır.
O yıllarda üniversitelerde devlet yurtları haricinde cemaatin yurt politikası ve hamlesinin karşısında MGV (Milli Gençlik Vakfı)’nin yurtları vardı. Bunu da kendi oluşumunun büyümesi için çok büyük tehlike görmüştür. İnançlı kesimle , bu tür ilişkiler de alternatife tahammülsüzlük ta o yıllardan başladı. 1995 seçimlerinde Refah Partisinin sandıktan 1. Parti çıkması sonucunda cemaat üst kademesi farklı stratejiler geliştirdi. 28 Şubat döneminin mağduriyetini kullanarak bir dallı budaklı ağacın budanması misali diğer Müslüman cemaatlerin pasifize edilmesi sonucu daha güçlenerek çıkmışlardır. O yıllarda avantaj sağlamasının sebeplerinden en önemlisi de ; Ecevit’le yakınlaşmasıdır. O dönemlerde Başbakan Sayın Bülent Ecevit Cemaatin yurt dışında sorun teşkil eden ülkelerdeki okulları için kendi bakanlarının karşı çıkmasına rağmen aracılık yapmış yada yapmak zorunda kalmıştır. 18 Nisan 1999 seçimleri öncesi herşeye rağmen malum şahıs, seçim sonrası durumdan kendisini olumsuz etkilemesi olasılığı hesaba katılarak 22 Mart 1999 da ABD’ye sağlık sorunları bahane edilerek kaçırıldı. Kimilerine göre de 15 Şubat 1999 tarihinde paketlenen Terörist başı Apo’nun takas şartı gerçekleştirildi. Bu tarihten sadece 4 gün sonra da İBB Başkanı Recep Tayyip Erdoğan ders kitaplarında bulunan bir şiiri okuduğu için cezası onandı ve Sivrihisar cezaevine gönderildi. Ve 1999 yılı seçimlerinde cemaat tarafından DSP desteklendi . Bilindiği üzere özellikle de İzmir’de açıktan DSP’yi desteklediler. Bunun sonucunda İzmir sağ parti DYP den sol parti DSP’ye o dönemlerin hamlesi ile geçti. İzmir’e beddua böyle bulaştı.
1999 Yerel seçimlerinden Refah partisinin devamı olan Fazilet Partisi 1. Parti çıkarken; 1999 Genel seçimlerinden ise DSP 1. Parti çıkmıştır. Cemaat liderine göre Refah Partisi tehlikesi Fazilet Partisi ile devam etmektedir. Birileri İN’lerinde APO olayının iç yüzünü bildikleri için bununla daha fazla yol alamayacaklarının farkındalardı. Bunun üzerine bu tehlikenin bertaraf edilmesi için birileri tarafından İN’lerde yeni planlar yapıldı. Ve Fazilet partisi de maalesef kapatıldı. 20 Temmuz 2001 tarihinde şimdi mevcut olan Gelenekçiler diye nitelendirilen bir grup tarafından Erbakan merkezli Saadet partisi kuruldu . Fakat bu işin bu şekilde olmayacağını düşünen bir de yenilikçi grup vardı. Onlarda 14 Ağustos 2001 tarihinde şuan iktidar olan Adalet ve Kalkınma Partisini siyasi yasağı devam eden Recep Tayyip Erdoğan tarafından kuruldu.
İşte burada malum cemaat hareketinin kendilerine büyük engel teşkil ettiğini düşündüğü Prof. Dr. Necmettin Erbakan’nın partisinin, 28 Şubat gibi darbeye ve 2 tane kapatmaya rağmen halen istikrarlı bir şekilde bir tabana sahip olması sebebi ile evde yaptıkları hesaba göre o dönemde AK Partiye destek verdiler. Tabir caiz ise boynuzun kulağı geçeceğini hesap edemediler. Amaç Necmettin Erbakan’ın , kendileri için sermaye olarak gördükleri Müslümanların mağduriyetini sahiplenecek bir siyasi teşkilatın olmamasıydı. Bu şekilde bir oluşum ve güç , cemaatin büyümesine en büyük engeldi. Bugün de açılım süreci ile bölgeye hizmetin gitmesi , bölgede devlet ile halk arasındaki diyaloğun sağlanmasıyla huzur ortamının oluşması sonucu da PKK’nın silah bırakmasıyla devam eden süreçten barışın , çözümün oluşmasından rahatsız olan bir parti ki sırf bu olumsuz temeller üzerine bina ettiği mağduriyetin ortadan kalkması sonucu bir cazipliği kalmayacağı ve pasif duruma düşeceği gibi bir durum oluşacaktı. Bugün gelindiği nokta itibarı ile de evdeki hesap çarşıya uymadı. İnler arası diyaloğun gizli ve kirli elleri zamanla görüldü ve doğru zaman beklenildi deşifre edildi.
Yazımın 2. Bölümünde Ak Parti dönemindeki İN’leri ve İN’ler arası diyaloğu işleyeceğim.
Saygılarımla…