Dünyanın en iyi akademik eğitim kurumlarının yer aldığı “QS 2024 Dünya Üniversiteleri” sıralamasında üniversitelerimiz ilk yüzde yer alamadı.

Geçtiğimiz hafta eğitim gündeminin satır aralarında silik bir haber olarak kendisine yer bulan bu gelişme maalesef yükseköğretim programlarımızın niteliği ve dünyaya entegrasyonu noktasında alarm seviyesinde olduğumuzu somut bir şekilde gözler önüne serdi. Bu kaygı veren durum ulusal basın kuruluşları ve akademik çevrelerin “İlk 1000’de yer aldık.” , “Temsil sayımızı geçtiğimiz yıla göre arttı.” ve “Nicel olarak en güçlü temsiliyet bize ait.” rabarbası , tabiri uygunsa amorti güzellemeleriyle daha da endişe verici bir hal aldı. Özellikle bu avuntuya kapılan akademik çevrelerin ete kemiğe bürünen yükseköğretimin nitel sorunlarını görmediği/görmezden geldiği hezeyanını toplum nezdinde uyandırdı.


Kuzey Amerika ve Avrupa üniversitelerinin ağırlıklı olarak belirlenen baremin üstünde yer aldığı listede üniversitelerimizin yer almamasının çok boyutlu nedenlerine geçmeden önce 2007 yılında hayata geçirilen “Her İle Bir Üniversite” uygulamasından bahsetmek gerekir.


2007 yılı ile birlikte hedeflenen yükseköğretim kurum ve program sayısının artışı maalesef düşünülenin aksine önceliğini akademik vizyondan alan bir proje değil.


Her ile açılacak olan üniversitelerin, o ile sağlayacağı kültürel, sosyal ve ekonomik katkılar projenin itici gücü olmuş ancak nicel olarak artış gösteren yükseköğretim kurumları ve programları gereken liyakatte akademisyenler ve alana katma değer sağlayacak öğrencilerle beslenememiştir. Elbette düşünülen kültürel, sosyal ve ekonomik katkı şehirlerimiz için artı bir değere sahiptir. Ancak bu gelişim hedefleriyle eş güdümlü bir şekilde ivmelenemeyen akademik kazanımlar ülkemizde “diplomalı işsizler” yaratmakla kalmamış, meslek alanlarına ait itibarı da uluslararası seviyede düşürmüştür. 


Üniversitelerin çok uzun vadede değer kazandığı ve kendi markasını/kimliğini oluşturduğu ön kabulüyle hareket etsek dahi “Her İle Bir Üniversite” uygulamasının en azından eğitim niteliği açısından diğer kazanımların çok gerisinde kaldığını görmek gerekir.


Ülkemizin en itibarlı üniversitelerinin dahi 300’lü 400’lü sıralamalarda yer aldığı (ODTÜ/336, İTÜ/404, KOÇ/431, BİLKENT/502, BOĞAZİÇİ/514)  bu durumda araştırma, inceleme, üretim ve keşif fonksiyonlarını zamanla kaybederek “statü, unvan, kadro ve yerellik” açmazına düşen yükseköğretim kurumlarımızı uluslararası standartlara uygun; politik kaoslarla değil, kapsamlı ve geniş katılımlı özgün projelerle gündeme gelmesi ve layık oldukları esas sıralamalarına konumlanmaları ülkemiz akademi rotasına yön veren Yükseköğretim Kurumları ve tüm eğitim çevrelerinin öncelikli hedefi olmalıdır.


Yükseköğretim kurumları ve programlarının çağdaş dünyada yer edinebilmek için en önemli basamak olduğu günümüz dünyasında bizim de bu eğitim dinamiğini doğru beslemek ve kurumlara olabildiğince kaynak ayırmak tartışmasız şiarımız olmalıdır.