"Kim bilir?" dedi kalemim;

'Belki, Ekim sana iyi gelir.'

Bekleyelim...

Bir şarkı duyarsın,

Bir kitap okur,

Belki bir şiir bile yazarsın...

Yeniden anlatırsın Aşk'ı...

Günler kısalır,

Geceler uzar...

Bir yıldız kayar karanlıkta,

Dilek tutarsın...

Gerçek olur belki, kim bilir?

Bekleyelim...

Belki de sahiden iyi gelir sana Ekim..." demiş ya Şair…

*****

Her Eylül sonunun Ekim’e bağlanması etkiler beni dostlar. Kimi zaman Sevgiliye Şiir’lerle seslenişimde… Bu da benden… Kalemimden dökülenlerde... Yüreğimden…

“Başka bir dünyadaydık,

Bambaşka bir boyutta...

Bir güvercin kanadındaydık,

Uçarken sonsuz boşluklarda...

'Aşk' diyorlardı işte;

'Aşk'ı yeniden yazmışlar...' diye bize,

'Aşk Tarihçileri' adımıza...

Hatırlar mısın sevdiceğim;

An be an yaşadığım,

Bir Ağustos sıcağıydı benliğin...

Gittin de,

Hazan doldu şehre;

Henüz,

Sensizliğe alışmadı ki yüreğim…

Kalbimi kayıp kalbine iliştirdiğim;

Ne zaman bitti Eylül,

Ne çabuk geldi Ekim?

Yağmur demez,

Soğuk demez;

Çarşaf sererdi üşüdüğümde,

Isıtırdı sıcacık sözlerin...

Hasretim,

Nefesim,

Sebebim;

Sensizliğimi,

Sensizliğime eklediğim...

"Gözlerinsiz edemem" der ya Şair'ler,

Hani öyle hissederler;

En çok da O'nu arar,

Nerede o boğulduğum gözlerin...”

*****

Ekim 1 dedi mi takvim yaprakları; hatta demeden, Eylül sonlarına doğru yine – yeniden, düşer aklıma ablamın o sıcacık hissettiren varlığı. En çok Ekim’in 1’inde bu kadar coşar, taşar yüreğim. İsterim ki hemen; yine – yeniden, “iyi ki varsın, iyi ki ablamsın, iyi ki hayatımdasın…” diyeyim. Yansısın da yüreğimden; yüzüne yüzüne görüntülü, Sevgi sözcükleri edeyim…

Anam rahmine babam tarafından düşürüldüğü günü bilemem de, dokuz yüzlü yıllardan 70’de, Ekim’in 1’inde “merhaba” demiş hayata ablam, Tire Devlet Hastanesi’nde. Bahtiyar demişler adına, Bahtiye ninemizin hatrına…

Çocukluğumda, yetişkinliğimde, şu ânımda, her an ve daima yanımdaydı ablam. O benim can yarım, tek tırnak kan bağım. Sırdaşım, gönüldaşım, öğretmenim, kimi zaman anam, yoldaşım, saçmaladığımda arkamı toparlayan sırtımı dayadığım çınarım. Anılarımın başkahramanı, an be an geleceğimin mimarı; 14 ay büyüğüm, biricik ablam…

*****

Çocukluğum…

Yaşı bana yakın olan ablam, kardeşim, kuzenlerimle birlikte geçen çocukluğumuz…

Dedim ya: Birlikte büyüdük biz. Bizde, teyzemlerde, anneannemlerde, dayımlarda; her gün birilerinin evindeydik. Kardeşçe, paylaşarak. Pek kavga da etmezdik. Şahsımıza ait pek bir şey yoktu. Her şeyimiz ortak. Çocukların neyi olur: Bir bez bebek, plastik bir top, tahtadan oyuncak…

Yoktu öyle benim deyip başkalarını oynatmamak…

Tire'nin Bahçekahve'sinde rahmetli anneannemlerin evi. Avlulu. Yeri geldiğinde oyun alanı. Bir halı büyükçe, 2 yer sofrası. Biri çocuklara, biri büyüklere; oldu sana yemek alanı…

Yazın, sular ısındı mı kazanların içinde; altından odun ateşiyle, atıldı mı orta yere koca tahta tekne, şimdi oldu işte hepimize banyo alanı…

Boşta kim varsa O yıkardı hepimizi, aynı tahta teknenin içinde. Annem, anneannem, teyzem, yengem. İnsan olarak bakıldığında kızların erkeklerden tek farkı olan pipisinin olmadığını ilk orada fark ettim. Yoktu ki başka hiçbir farkımız. Avlumuz yaşam alanı...

Ne yapılacaksa; hep, hep birlikte yapılırdı. Köye mi gidilecek: Evlerden birbirimizi toplaya toplaya; gecenin 3 buçuğunda, 4’ünde, sabahın köründe istasyona yürünür, orada bir müddet beklenir uykulu uykulu. Önündeki ışıkları göz olarak gördüğüm o 2 gözlü, her defasında ağzım açık hayranlık duyduğum Oturay (Otoray), karanlığı yararak gelir, yer bulmak için hızlıca bineriz. Uyku filan kalmaz artık, yol boyu, sallana sallana. Ovaları yırta yırta. Küçük Menderes nehrinin üstündeki köprüden geçerken; yine - yeniden heyecanlanıp birbirimizin yüzüne bakarız çocuklar, korku dolu. ‘Bu sefer düşecek mi acaba’ diye. İbrahimbey durağında Oturay'dan inip, ovamıza yürürüz; ova boyu, dağ, bayır boyu. Ovamıza vardığımızda; hepimizde bir sevinç, büyüklü, küçüklü…

Oraların, o zamanların, şimdi aramızda olmayanların da olduğu büyüklü - küçüklü benim insanlarımın, anamın, babamın, ezcümle akrabalarımın, kardeşimin, ablamın hangi güzelliğini anlatayım daha size?

Yeter mi ki cümleler, anlamını verir mi ki kelimeler?

Bahtiyar adı. AKINER’di, bir MEMİOĞLU’na vardı…

İyi ki doğdun ablam, iyi ki varsın, iyi ki hayatımdasın; yapraklara – dallara, yeşillere – allara, nice nice yıllara ablam, nice nice yıllara…