Özgürlük Nedir?

        Bu soruya bir çok kişinin; “Bir insanın başkasına zarar vermemek koşuluyla dilediğini yapabilmesi.” şeklinde sığ bir tanım getireceğini tahmin etmek güç değil. Hâlbuki böyle bir tanımlama ve bunun pratikte yansımasını gördüğümüz XXI. yüzyıl, önü arkası kesilmez yanlışlar silsilesi ve bunun sebep olduğu anarşi ortamını doğurmuştur. Her bireyin, kendi özgürlük anlayışına göre şahsî doğrusunu uygulamaya koyduğu bir toplumda düzenin varlığı mümkün değil. Müşterek bir vicdana dayanmayan özgürlük telâkkisi toplumda çözülmeye ve dağılmaya sebebiyet verir zirâ. O hâlde özgürlüğün ilkeleri ve bu ilkelerden hareketle getirilecek tanımlama ne bireysel, ne de toplumsaldır; o tanım insanı “aşkın” olmalıdır. Bu aşkın tanımlama ile insan kendisi için özgürlük nedir ve özgürlüğün sınırları nedir sorularına cevap bulabilecek ve özgürlüğüne ve özgünlüğüne kavuşabilecektir inancındayım. Görünürde çelişki var gibi görünse de bu konuda analitik düşündüğümüzde mantıksal açıdan özgürlüğün tanımının aşkın olması dışında bir tanımlamanın akla aykırı olduğu görülecektir. Daha açık ifâdeyle, nihâyetinde insan kendisine akıl ve irâde verilmiş, dolayısıyla “sorumlu” bir varlıktır. Sorumlulukları olan bir varlık başkasına zarar vermemek kaydıyla dilediğini yapma hakkını kendinde göremez. Sorumlu varlık sorumluluğunun bilinciyle hareket etmelidir. Bu en asgari insan olmanın gereğidir. Özgürlük konusunda aksi bir yaklaşım, sorumlulukların yok sayıldığı, aklın vicdan ile bağlantısının kesildiği bir yaşama sürükler ki, bu da insanı insan olmaktan günbegün uzaklaştıran bir âkıbete götürür. Modern dünyanın özgürlüğü bu şekilde tanımlaması ve bunun sonucu olarak insanlığın bugünkü hâli pür melâli “özgürlük nedir?” sorusuna yaklaşımımızı haklı çıkarmıyor mu?


“Özgürlük”ün Aşkın (insan üstü) Tanımı?

       Özgürlük, insan varlığının fıtratına, yâni, yaratılışındaki kodlarına ve  mükemmelliğine uygun davranabilmesi, “kendine” varabilmesidir. İnsanın öz’üne dönmesi ve bu öz’den aldığı feyz ile eylemlerini yönlendirebilmesidir özgürlük. Bu bağlamda bunu engelleyen modern dünyanın prangalarından kurtulabilmelidir insan. Bu hâliyle ancak özgür olabilir, ve ancak bu hâliyle özgünlüğü yakalayabilir. Özgürlük, insanın insanlaşabilmesidir. İnsanlaşabildiği ölçüde özgürleşebilir ve özgünlüğe erişebilir insan. Özgürlük, özgünlüktür. Özgünlüğe erişmiş ve değer üretebilen insan değerli ve özgürdür. Ancak gerçek manasıyla özgürleşebilmiş insan değer üretmek ile meşgûl olabilir.
Kısaca özgürlük; insanın, yaşamda öte dünya -âhiret- bilinciyle ve öz’üne göre konumlanmasıdır.


Gûya Özgürlük Adına Yapılanlar

       İnsanlığın yeryüzündeki serüveninde, Âdem’in  (a.s) oğlu Kâbil’in, dilediğinin gerçekleşmemesi sebebiyle kardeşi Hâbil’i öldürme özgürlüğünü kendinde görmesiyle başlayan ve güçlü olanın zayıfı ezdiği bir tarihsel trajik gerçeklik ile karşı karşıyayız. Tarihin hemen her döneminde küçük topluluklar ya da büyük devletler ve imparatorluklar sığ ve benmerkezci özgürlük anlayışları doğrultusunda kendi ideolojisinden, milletinden, ırkından olana -doymak bilmezcesine, karşısındakinin bir lokma ekmeğine göz dikerek- yaşam alanı yaratmak ve hattâ bunu genişletmek için karşısındakini “öteki” olarak kabul edip onu yok etmeye çalışmış, zayıfların tek istekleri olan özgürce, insanca, onurlu bir şekilde yaşama hakkını despotça ellerinden almıştır. Bunu kimi zaman sinsice, kültürel asimilasyon ve iktisâdî bunalım yaratıp kendisine bağlı, bağımlı hâle getirerek,  kimi zaman da güç kullanıp yok ederek, üstlerine bomba yağdırarak, soykırıma uğratarak gerçekleşmiştir. Moğol istilâlarının, Haçlı saldırılarının, dünden bugüne Sovyet zulmünün, Avrupa’nın kalburüstü devletlerinin, XIX. yüzyılda İngilizlerin ve şimdilerde onların en batıdaki uzantısı olan haydut ABD’nin dünyaya ve bilhassa Ortadoğu ve mazlum Afrika halklarına yaşattıkları hep bu sığ ve benmerkezci özgürlük anlayışlarının bir sonucudur. “Demokrasi ve özgürlük getireceğiz.” nidâlarının dillerinden düştüğünü duyamazsınız.


       XXI. yüzyıl özgürlük adına bir çok menfi durumun  yaşandığı bir zaman dilimi olarak karşımızda duruyor. Küreselleşen dünyamızda özgürlük adı altında bir çok akıl almaz durumla karşılaşabiliyoruz. Herkesin kendi doğrusunun ve bu doğrultuda dünya görüşünün teşekkül ettiği bu noktada dünyamız âdeta ideoloji tımarhânesine dönmüş durumda. Her ideoloji kendi doğrusuna mutlaklık izâfe ederken, buradan hareketle de özgürlük kavramına bir tanımlama getirip mensuplarına rol biçiyor. Söz gelimi, “LGBT” (eşcinseller), belkide son dönemde bu bağlamda en fazla gündeme gelen konudur.  Bir hastalık olduğu kabul edilen eşcinsellik son dönemde hiç olmadığı kadar hareket alanı bulabiliyor. Kimi sivil toplum kuruluşları tarafından desteklenmelerini ise toplumun kadîm değerlerinin ifsâdı için izlenen sinsi bir politika olarak değerlendirilmesinde fayda görüyorum. Eşcinselliğin bazı ülkelerde yasa ile güvence altına alınıp ve hattâ eşcinsel evliliklere izin verilerek meşruiyet kazandırılması, insanlığın özgürlük adına sınırları ne derece zorladığının ve insanlıktan ne ölçüde uzaklaştığının kanıtı aslında.


Özgürlük Dilediğini Yapmak mıdır?

     Başkalarına zarar vermedikleri yanılgısıyla birliktelik kuran, “sevişirim evlenmem, hâmile kalırım doğurmam. Sanane!” düşüncesinde olup peydahladıkları bebeği bir çöp kenarına bırakan insanların olduğunu görüyoruz. Bu özgürlük anlayışı o bebeğe zarar vermiyor mu?
Ensest konusu da önemle üzerinde durulması gereken bir problematik olarak karşımızda duruyor. İzlanda’da 2008’de yapılan bir araştırmada ensestin %8 olduğuna dâir bir haber okumuştum. Özgürlük adına buna da izin verilmeli midir sizce?
Kumar oynayanlar masada bütün kazancını kaybedebiliyor. Bu durumda bu kişilerin sorumluluğu altında olan eş ve çocuklar zarar görmüyor mu? 
Alkol kullanan kişi, sarhoşluğun etkisiyle kendisine ve çevresine bir çok zarar verebiliyor. 
Tüm bunlar ve daha sayabileceğimiz bir çok durum modern dünyanın özgürlük anlayışının bir sonucu olarak yeryüzünü değer ve ahlâk yoksunu kılıyor ve yaşanmaz hâle getiriyor. 
Hakkında geniş bir literatür oluşturulmuş “özgürlük” konusunu uzun uzadıya anlatmak bu makâlenin hacmini aşacağı için bu kadarıyla yetinmek istiyorum. 


Son bir söz;

Öz-gürlük, öz-günlükten, yâni kendimiz olabilmekten, kendilik bilincine varabilmekten, bu ise içimizdeki ‘ben”in farkına varabilmekten geçiyor. Yunus’un; ‘Bene ben demen, ben bende degülem; bir ben vardır bende benden içeru.’ mısralarında ifâde ettiği ve Şeyh Galip’in; ‘Hoş bir şekilde bak kendine ey insan, âlemin özüsün sen.’ veciz deyişinde işâret ettiği şekliyle “ben”lik. 
O hâlde bu mesajı 1400 yıl evvel veren ve fakat modern! dünyada insanlığın yüz çevirdiği Yüce Kur’an’a kulak verelim: “Yüzünü hanîf olarak dine, Allah insanları hangi fıtrat üzere yaratmış ise ona çevir.” Rûm/30. âyet

      Birey, toplum ve kurumsal anlamda devlet olarak özgürlük ve özgünlüğü yakalayabilmek her yönüyle, bütüncül olarak, kamusal ve toplumsal anlamda dîne yönelebilmek ile mümkün.

--
E-mail: [email protected] 
Twitter: @kadirturan_