“Siz pek az düşünüyorsunuz!.. ” (Mü’min/58)       Dünden bugüne tarihinin her döneminde sorgulamıştır insan kendisini ve kendisini saran bu evrenin oluşumunu, öncesini, sonrasını...

 Nerden geldim? Nereye gidiyorum? Ölüm denen bu garip fenomen benim sonum mu yoksa yeni/asıl başlangıç mı? Bu muhteşem tasarım harikulâdeliğine sahip evrenin oluşumu nasıl gerçekleşti? Tüm bunlar birer tesâdüf mü?  Yoksa bilinçli, kudretli, irâde sahibi bir yaratıcının eseri mi? Tarihin her evresinde  din be bilim disiplinlerinin birbiriyle çeliştiğini söyleyen taraflar olmuşsa da, bilmeyi öngören ‘’Bilim’’in  ve düşünmeyi, akletmeyi telkin eden ‘’Din’’in birbiriyle uyum içinde olduğunu savunan gruplar da var olmuştur. Din ve bilimin çeliştiğini savunanların bu yanılgılarının temelini, gerçek bilgiye ulaşmada aklı tek ve mutlak  kaynak  olarak kabul etmelerinin oluşturduğunu söyleyebiliriz. Aklın mutlak doğruya ulaşmada yeterli olacağı iddiasının yersizliğini, düşünen/akleden her fıtratın/vicdanın fark edebileceği kanısındayım. Örnek vermek gerekirse akıl, ahlâk kavramının temelini ve her insanın ahlâkî olana meyilli oluşunu,  gayri ahlâkî seçimlerinde ise yaptığının yanlış olduğunu ve kendi iradesiyle bu seçimi yaptığını kabul edişini açıklayabilir mi?  Bu durum için ‘İnsanların doğup büyüdükleri ortama zamanla uyum sağlaması,  toplumun tüm bireylerinin kabul ettiği temel ahlaki değerlere belli bir yaşa geldikten sonra adapte olması/benimsemesi ve böylelikle nesilden nesile bir aktarım ile ahlâkî kabullerin oluştuğu’ savunulabilir. Fakat bu açıklama yeterli olmayıp,  daha önemlisi ahlâkî eğilimin, ahlâkî kabullerin nasıl oluştuğunun cevabı değildir. Çünkü ahlak felsefesi üzerine yapılan çalışmalar bugün bize ahlâkî eğilim ve kabullerin doğuştan var olduğunu yapılan farklı deneylerle ortaya koymuştur. Yeni doğmuş bebekler, 3-4 yaşlarında çocuklar ve yetişkin insanlar üzerinde defalarca uygulanan deneylerle ahlâkî kabul ve eğilimlerin doğuştan bizlere verildiğini net olarak anlayabiliyoruz. Bu konuda yapılan deneylerden örnek vermek gerekirse; 3-4 yaşlarında bir çocuğa kukla gösterisi izletiliyor. İki kuklanın kendi aralarında top oynatılması ve bir başka kuklanın gelip topu patlaması şeklinde kurgulanan deneyin sonunda üç kukla da çocuğun karşısına getirilince, çocuk, topu patlatan kuklanın başına bir kaç kez vurup âdeta ‘’kötü bir iş yaptın’’ diyerek kendince cezalandırıyor. Ve son olarak... Bir kaç aylık olan iki bebek aynı odada iken birisi ağlamaya başlayınca diğerinin de ağlamaya başladığı görülüyor. Sonradan ağlayan bebeğin ağlamasının bir tepki olarak değil de kendisini rahatsız eden bir gürültü sebebiyle olduğu düşünülerek aynı desibelde başka gürültü çıkarılıyor fakat bebeğin bu kez aynı tepkiyi vermediği görülüyor. Bu son deney, ahlâkî kabullerin/eğilimlerin doğuştan bizlere verildiği noktasındaki inancımızı güçlendiriyor. Yapılan bu deneylerden sonra ‘’aklı” mutlak doğru kaynağı kabul edip,  ‘’aklı” putlaştırıp dinleri yok sayan materyalist, naturalist, pozivistlerin bu iddialarının çürüdüğünü görüyoruz. Bu bağlamda din ile bilimin çalışmadığını, aksine her daim uyum içinde olduğunu savunduğumuz için doğuştan ahlâkî kabullerimizin olduğunu Kur’an ayetleri ile desteklemeyi yerinde buluyorum.

             Kur’an, en içten gelen sorularımıza, akıl ve vicdanların mutmain olacağı cevapları verir. Konuyla ilgili ayetler için Bknz: “Rûm/30” ve “Fussilet/53”. Bu ayetlerdeki ifadeleri,  insanların ahlâkî eğilimleri üzerine yapılan deneyler bağlamında düşünürsek, anlatılmak istenenlerin, ahlâkî eğilim ve kabullerin doğuştan fıtratımıza yerleştirildiği konusundaki gerçeği görülecektir. Bu ayetlere muhatap olup buna rağmen kabule yanaşmayanlara gelince... ‘ Başlı başına kendisinin Allah’ın bir ayeti olduğunu anlamayan insanlara yazılı ayetleri nasıl anlatabilirsiniz ki!...’


el-Birûni “Benim bilimle uğraşma sebebim

Âli-İmran Sûresi 191. âyettir” demiştir. İlgili ayet şu şekildedir:


“Onlar ki ayaktayken, otururken ve yanları üzerinde yatarken Allah’ı hatırlarlar, göklerin ve yerin yaratılışı konusunda derinlemesine düşünürler de şöyle derler: “Rabbimiz, Sen bunları boşuna yaratmadın, Sen yücesin, bizi ateş azabından koru.” Âli-İmran Suresi 191.

Evrenin Yaratılışı 

        Bilim dünyasında evrenin oluşumu ile ilgili farklı görüşler hakimdir. Materyalist/naturalist felsefeyi savunanlar, evrenin ve insanın rastlantı ve tesadüflerin bileşimiyle oluştuğunu; teizmi savunan felsefeciler ise, evrenin oluşumundaki  müthiş düzen, intizam ve hassas dengelerin oluşunun, canlı ve cansız varlıkların son derece kompleks olan yapılarının bilinçli, iradeli, ve üstün kudretli bir yaratıcının varlığını gerekli kıldığını savunurlar. 19. yüzyılda teknolojik gelişmelerin artması ve hırslı insan yapısının evrenin oluşumu hakkında bilgi sahibi olma isteği bu konuda net bulgular elde etmesini sağlamıştır. Bu konudaki belki de en büyük keşif Fred Hoyle’un ironi yapmak amacıyla ismini “BigBang” (Büyük Patlama) olarak belirttiği ve o günden sonra bu isim ile hafızalarda yer edinmiş BigBang teorisidir.

BigBang teorisinin tespitinde, Newton, Einstein, Alexander Friedman, Georghe Lemaitre ve Hubble gibi bilim insanlarının isimleri vardır. BigBang; evrenin bir parça halindeyken bir patlama sonucu ayrıştığı ve bu büyük patlamadan sonra gezegenlerin, yıldızların, kısacası kozmolojik alemin oluştuğunu ve en önemlisi yıldızların birbirine çarpmadan bir düzen halinde ilerlediğini, dolayısıyla yıldızları içinde barındıran evrenin sürekli genişlediğini savunan insanlık tarihinin en büyük keşiflerinden biridir. BigBang ile içinde bulunduğumuz evrenin ezeli olmayıp sonradan oluştuğu;  ebedi olmayıp sonlu olduğu kanıtlanmıştır. Bu bilimsel keşif,  maddenin ve dolayısıyla evrenin ezeli ve ebedi olduğunu savunan materyalist/naturalist felsefeye ve savunucularına büyük darbe vurmuş ve iddiaları bilimsellik ışığında çürütülmüştür. Fakat buna rağmen materyalist ve naturalistlerin farklı hayal ürünü teorileriyle BigBang’ın sonuçları yok sayılmış, kabul görmemiş; evrenin ve maddenin oluşumunu insan üstü, güçlü, kudretli, bilinçli bir yaratıcıya bağlamak isteyenlerin hezeyanı olarak değerlendirilmiştir. Allah’ın kitabı Kur’an’ın BigBang’in verileriyle örtüşen  ifadeleri,  Allah’ın bu evrenin yaratıcısı, yoktan var edicisi olduğu gerçeğini tekrar göstermiş ve inananların imanlarını arttırıp, bu konuda küçük tereddütler yaşayanların aklındaki soru işaretlerinin tamamına cevap vermiştir.

BigBang  ve Kur’an

     BigBang teorisinin sonuçlarının Kur’an’da geçen ayetlerle uyum içinde olduğunu söyledikten sonra bu ayetlerden bahsetmeye geçebiliriz... “Yeryüzünde gezin de bakın görün yaratmaya ilkin nasıl başlamışız..” (Ankebût/20) Rabb’imiz burada evrenin yaratılışı ile ilgili detayların yeryüzünde var olduğuna,  bunun üzerinde araştırma yapılıp akıl yürütüldüğü takdirde bu bilgilere/bulgulara ulaşılabileceğinin mesajını vermektedir. Yine BigBang teorisine göre evren tek bir parça halindeyken birbirinden ayrılmış ve bir sona doğru sürekli genişlemektedir.  “O inkar edenler,  göklerle yer bitişikken bizim onları ayırdığımızı görmediler mi? Hala inanmayacaklar mı?” (Enbiyâ/30) BigBang’in bu ayete de net olarak uyum sağladığı âşikardır. BigBang teorisinin belki de en önemli sonucu ise, gezegenlerin sabit olmayıp hareket ettiği/ilerlediği ve dolayısıyla evrenin sürekli genişlediğidir. “...Güneş ve Ay belirli bir düzen içinde, belli bir zamana kadar (yörüngelerinde) akar (giderler)”

Ra’d/2, Zümer/5, Yasin/40


           Bu ifadelerde Güneş ve Ay’ın bilinen/zannedilen ve yakın zamana kadar öğretilenin aksine sabit olmayıp sürekli ilerlediğinin bilgisi veriliyor. Evrenin sürekli genişlemesi ile ilgili ise Kur’an: “Göğü kudretimizle biz kurduk ve biz gökyüzünü sürekli genişletmekteyiz”  der. (Zâriyat/47)

BigBangteorisinin Kur’an ile birebir uyuşan bu sonuçlarını, bozulmamış hiç bir fıtrat ve vicdan reddetmez/ reddetmemeli. İnsan olarak kesin ve mutlak bilgiye ulaşmada eksikliğimizi, sınırlı idrak kapasitemizi, her şeyi kavrayıp nüfuz edemeyeceğimizi düşünerek aklımızı mutlak doğrunun tek kaynağı olarak kabul etmemeli, Kur’an’ın ve Kur’an ile çelişmeyen bilimsel verilerin rehberliğinde mutlak/kesin/net/doğru bilgiye ulaşma gayreti içerisinde olmalıyız.

Saygı ve hürmetlerimle…