“Sanat, metafiziksel duyumun fiziksel izdüşümüdür.”

      Tarihsel akış içerisinde her daim insan düşüncesinde ve yaşamında önemli bir yere sahiptir sanat. Muhtelif doktrin ve ideolojileri benimsemiş kişi veya grupların peşinden gittiği ve kendi dünya görüşü doğrultusunda bir şeyler alıp kattığı bir mecra olarak sanat, bireyi ve toplumları hayata sımsıkı tutunmayı sağlayıcı bir role de sahiptir. Bu yönüyle baktığımızda; farklı ırktan, milletten, görüşten ve dahi dinden bireyleri insanlık ortak paydasında buluşturmak gibi büyük bir misyona sahip olduğunu söyleyebiliriz sanatın. İnsan varlığının belki de daha önce hiç olmadığı kadar dağıtıldığı ve kutuplaştırıldığı içinde bulunduğumuz post-modern dönemlerde sanata ve dolayısıyla sanatçıya büyük roller düşüyor. Bu bağlamda, insanlığın mevcut ahvâli itibariyle sanat ve üstlendiği misyon itibariyle sanatçının ürettiği eserler, şahsi çıkar ve kişisel tatmin aracı olmaktan daha öte yüce bir amaca hizmet etmelidir. Sanat adına ortaya konan eserlerde insan yararı gözetilmeli ve tüm çaba ve emek bu uğurda harcanmalıdır. XXI. yy’da insanlığın yaşadığı derin trajedi her bir milletin, toplumun, ailenin, ez cümle insanlığın derdi olması gerekirken, bir arz olan sanata göstereceğimiz talepte de bu gibi nitelikler ve amaçlar aramalıyız. Bu arayış, insan oluşumuzun bir şartı ve gereğidir. Sanat konusundaki şiarımız bu minval üzere olmalı ve bir kültür olarak topluma kazandırılmalıdır. Nasıl mı? Tabii ki kurumsal akılla, yani devlet eliyle. 

Dünya’da Sanat

    XX. ve XXI. y.y’dan bu yana cihan hâkimiyetini elinde tutan İngiliz emperyalizmi ve onun okyanus ötesindeki uzantısı ABD, sahip olduğu ekonomik, siyasî, teknik ve askerî gücü ile medyayı ve dolayısıyla tanımlama, belirleme ve zihinleri manipüle etme gücünü de elinde bulunduruyor. Bu yönüyle sanattan siyasete, teknolojiden medyaya, bireyden topluma ve hattâ milletlere kadar uzanan güçlü eliyle insanlığı kontrol ediyor. İnsanlığın yararına hareket etmek için hemen hemen bütün maddi imkanlara sahip olmasına rağmen insanlığı uçuruma sürükleyen, belli coğrafyaları ve milletleri kıyıma uğratan ve bir mafya gibi tutum takınan ABD ideolojisi, kendisine karşı en büyük hasım olarak da İslam’ı görüyor. Bu doğrultuda elindeki tüm güçleri ve konumuz itibariyle sanatı, İslam algısını değiştirmek, zihinlerde filizlenmeyi bekleyen İslam tasavvurunu söküp atmak için her yolu deniyor. Hollywood filmlerinde sergilenen senaryolarda bunun en açık örneklerini görmek mümkün. (Ryan Coogler yönetmenliğini yaptığı Hollywood yapımı 'Black Panther' filmini örnek olarak gösterebiliriz.)

İçinde bulunduğumuz zaman diliminde dünyanın herhangi bir noktasında emperyalistlerin sinsi stratejileri doğrultusunda kendi elleriyle gerçekleştirdiği gûya terör/intihar saldırıları, ellerindeki medya gücüyle çok kısa sürede İslam dini ile ilişkilendirilebiliyor ve böylelikle İslamofobya dediğimiz İslam’ın tehlikeli ve terörist yetiştiren bir din olduğu algısı zihinlerde yer ediniyor. Yine sanat adına çıkarılan Batı menşeili dergilerde İslam peygamberi aşağılanarak söz konusu algı güçlendiriliyor. Bundan 9 yıl önce Fransa’da Hz. Muhammed'e (s) hakaret içeren karikatürleri yayınlayan

 söz konusu Charlie Hebdo dergisinin ofisine saldırı düzenlenmişti. İlk etapta karşı bir tepki olarak görülen ve basına da bu şekilde servis edilen saldırının İslamofobik bir saldırı olduğundan şüphe yok. Manipülasyonun bu denli kuvvetle işlendiği zeminde İslamofobinin yaygınlık kazanmasını şaşırtıcı bulmamak gerekiyor.


Türkiye’de Sanat

   Dünya’da (bazı dallarda) sanat icra edilirken izlenen politikanın İslam’ın aleyhine yönelik olarak seyir aldığını ifade ettikten sonra sanatın bizdeki serencamına da değinmek istiyorum. Türkiye’de bilhassa sinema ve dizi kültürünün sanat adı altındaki diğer sanatsal faaliyetlere nazaran daha bir talep gördüğünü söyleyebiliriz. Bu durumun başlıca sebepleri olarak sosyo-kültürel seviyemiz, öğrencileri diğer sanat dallarına yöneltecek eğitim müfredatının olmayışı ve sinema ve dizilere daha kolay ulaşabilme gibi etkenler sayılabilir. Özellikle dizi sektöründe Türkiye bir çok ülkeyi geride bırakmış ve dizi ihraç eder duruma gelmiştir. Dizi konusunda bu denli ilerlemiş(!) olmamızın sebebini ortaya konan senaryoların son derece gizemli oluşu, söz gelimi, aile içerisinde yenge ve yeğen arasında bir ilişki olması ve bunun yasak aşk gibi olabildiğince ılımlı ve zihinlerde ve dolayısıyla toplum tabanında normalleştirici bir şekilde tanımlanması, bunun yanında son derece müstehcen sahneleri yoğun bir şekilde işlemesi, manevi değerleri âdeta yok sayması şeklinde gerekçelendirebiliriz. Bu tür sahnelerin aile fertleri içerisinde beraberce izlendiğini de hesaba katarsak durumu en net ve kısa bir şekilde şöyle özetleyebiliriz: Aile kavramı yok edilmeye çalışılıyor. Kulağı olan duysun bunu. Bunun yanında Yeşilçam filmlerinde de sanattan başka her şey görmek mümkün. Söz konusu alandaki bazı filmlerde din adamı rolündeki oyuncuların genelde dolandırıcı bir kimlikle sunulması din konusunda oluşturulmak istenen olumsuz algının göstergesi.

Sanat ve Metafizik

Sanata yöneliş bir varoluş sancısıdır. 
Sanat, dünyanın olağan akışına bir anlam verme çabasıdır. 
Sanat, insanlığın klasik arzu ve beklentilerini sığ bulma farkındalığıdır. 
Sanat, ontolojik varoluşa anlam verme isteğidir.
Sanat, fiziki âleme sığamama ihtirasıdır.
Sanat, metafizik alemin varlığına olan inançtır. 
Sanat, metafiziksel duyumun fiziksel izdüşümüdür.

Sanat, sanat için midir; insan için midir?

      Sanat, ne sanat ne de salt insan içindir. İnsan varlığının ontolojik varoluşunu anlam temeline oturtma gayretinin yansıması olarak Yaratıcı’ya yakınlaşma gayretidir. Bu düşünce ve minval üzere şekillenmeyen sanatsal faaliyetlerin kıymet-i harbiyesi yoktur.

Saygı ve hürmetlerimle…