Toplum olarak değer algımızın altüst olduğu bir zaman dilimi içersindeyiz. Temel hedeflerimizin odağında para ve bu doğrultuda konforlu yaşama duyulan şiddetli arzu yer alıyor. Öyle ki gelinen noktada patenti bu coğrafyaya ait olan “Paran varsa değerin de var.” şeklinde veciz(!) bir deyişe de sahibiz. Bu çizgi, yani ana hedeflerimiz; karizma/popülerlik ve sınırsız kuralsız cinsel hayat şeklinde hedefin diğer basamaklarını oluşturuyor. Varoluşsal anlama dâir eleştirinin neredeyse hiç yapılmadığı bir toplum olma yönünde ilerliyoruz.  Ontolojik varlığımız itibariyle anlamın tarihi ve tarihin anlamı olduğumuz gerçeğini akla getirmiyoruz dahi. Bu türden sorgulamalar ile ancak yaşamın anlamını kavrayabileceğimizi de ıskalıyoruz böylelikle. 
     
    Kısa süre önce  bir sohbet esnasında yakın bir arkadaşımın, ‘Bu dünyada çıkarın neyi gerektiriyorsa ona göre hareket edeceksin.’ şeklinde sarfettiği sözler bu yazıyı kaleme almamdaki ana sebep oldu diyebilirim. Bu sözlerini, ‘Faiz ile ev almak istemiyorum.’  düşüncesini savunan bir diğer arkadaşıma cevaben söylemişti. Dikkatimi bu sohbet ortamında konuşulanların dışına çektiğimde, en yakınımızdan başlayarak hemen herkesin benzer amaçlarla bankaların kapılarına dayandığını, çektiği kredinin büyük oranda faizini ödeyerek ev ve araba almak, düğün yapmak gibi aslında olmazsa olmaz kabilinden kabul etmememiz gereken işlerde kullandığını görebiliriz. ‘Ev ve araba önemli birer ihtiyaç’ yahut; ‘ömründe bir kere evlenecek insan, bunlar için kredi kullanmayacaksak ne zaman kullanacağız.’ diyenlerinizin olduğunu duyar gibiyim sanki. Hak veriyorum. Fakat bunların, bilhassa ev ve araba sahibi olmanın temel ihtiyaç olduğuna sadece, bunu faizle elde etmenin değil. Zira, amaçlarımıza ulaşırken attığımız adımların ‘yasal değil; helal’ olmasıdır bizim için olması gereken.
     

    Cumhuriyet tarihinden itibaren hiç yaşanmamış süreçlerle karşı karşıyayız. Gün geçmiyor ki merkez bankası başkanının görevden alındığını duymayalım. Sebebi ise devletin başının, ‘Faizi düşürün.’ isteğine riayet edilmemesi. Yeni atanan merkez bankası başkanları ise ilk icraat aldığı emir doğrultusunda faizi düşürüyor.  Mevcut Merkez Bankası Başkanı’nın ekonominin geleceğine yönelik; ‘Türk lirası kaybedeceği kadar değer kaybetti, bunun ötesi yok artık.’ ve ‘Gözlerimdeki ışığı görmüyor musunuz’ şeklindeki güven ! aşılayıcı açıklamaları ve dillere destan liyâkati ile talk showlara malzeme olma becerisinin ötesine geçemiyor. Bakmayın devletin başının  merkez bankasına müdahale etmesine, ne olacak, kaldıracak mi faizi? Aynı hükümetin görevden azledilen başbakanı (Davutoğlu) değil miydi bir dönem seçim vaadi olarak düşük faizli kredi vereceğiz diyen? Yönettikleri devletin bankaları değil mi faiz ile çalışan ve faiz ile kredi veren? Şunu sormalıyız kendimize: “Niçin varız bu dünyada? Yapmamız gereken, bizden istenen nedir?” Bir amaç uğruna varız burada. Bu amaç, daha iyi, daha ahlâklı birey olmak konusunda yarışmak, ancak ulvî değerlere bağlı kalarak kalıcı değerler üretmenin mümkün olduğuna inanmak ve Yaratan’ın rızasına nâil olmak. Yoksa;  ev almak, araba almak, lüks yaşam uğruna toplumu ifsad eden faiz tümörüne bulaşmak değil. Unutmayalım, yarın öldüğümüzde önemli olacak olan ne ise bugün de önemli, dolayısıyla değerli olan, değerler algımızın temelini oluşturması gereken odur.

       Malûmunuz  Kurban Bayramını yaklaştı. Bu süreçte medyanın genel gündeminde ise “Faizle, kredi kartı ile kurban kesilir mi, bir büyük baş hayvana kaç kişi ortak olabilir?” minvalinde klasik sorular ve klasik cevaplar. Okuduğum bir haberde ‘Kredi kartı ile kurban kesilir mi?’ şeklinde yöneltilen bir soruya D.İ.B’ten bir görevli; ‘Eğer ki faize düşülmeden ödemesi yapılırsa caizdir.’ fetvasını verdi. Peki nerde dik duruş! Nerde hassasiyet! Ateş çemberinin etrafında dolanmak neden! Burada niyet Allah rızası için kesmek mi, yoksa ‘desinler...’ için mi? Bu sözde din görevlisinin fetvasıyla faizden nemalanan bankalara talebin arttığını görmek işten bile değil.


    Faizin etkisiyle zenginin her geçen gün daha zengin, yoksulun her geçen gün daha da yoksullaştığı bir ortama sürüklenmemize neden kayıtsız kalıyoruz! Faizin parayı tek(el)leştirdiğini, paranın belli kesimlerin cebinde toplandığını  ve bu grupların dilediği gibi ekonomiyi yönlendirdiği gerçeğini niçin görmek istemiyoruz! Bu düzen içerisinde ekonomik bunalım hali sürüp gidecek, sonrasında ise önü alınmaz ekonomik buhran kapımıza dayanacak. Birbirimize zulmettiğimiz bu ortama niçin müsaade ediyoruz? Bu durumun topluma verdiği zararı bilenler bilmeyenlere neden anlat(a)mıyor!

        Görünen o ki, büyük ve böyle giderse daha da büyüyecek ve onarılması güç bir boşluk var benliğimizde. Bizi kendimize yabancılaştıran, hakikate gözlerimizi kapatan, zihnimizi dumura uğratan bir boşluk. Tefekkürü, teemmülü unutturan bir boşluk. Yaşantımızda, söylemlerimizde, ilişkilerimizde önem addettiğimiz her şeyde görmenin mümkün olduğu bir boşluk. Sebebi ise “değer” karmaşası, değer kabul ettiklerimizin aslında bataklık oluşu. Hedeflerimizin, önceliklerimizin hayatın gerçek gâyesine fersah fersah uzak oluşu.

Bitirken...
Merhum Seyyid Kutub, Fi Zilal’il Kur’an tefsirinin faizle ilgili bölümünde, insanların, günün konjönktürel şartları göz önünde bulundurulduğunda faiz ile alışverişin hayatın ve ekonominin bir parçası olduğunu, hatta daha da ileri giderek faizsiz hayatın idâmesinin mümkün olmadığını söyleyenlere şöyle cevap veriyor: “İnsan hayatı için olmazsa olmaz olan bir şeyi Allah yasaklar mı?”

    Yaşamınızı, ulvî değerleri şiar edinerek şekillendirmeniz dileğiyle hepinizin ve İslam dünyası toplumlarının mübarek Kurban Bayramını  kutlarım.
--
E-mail: [email protected] 
Twitter: @kadirturan_