Bir Fin atasözü "Kitaplıklar demokrasinin kaleleridir" der. Japonya’da toplumun % 14’ü, ABD’de % 12’si, İngiltere ve Fransa’da %21’i düzenli kitap okurken, bizim ülkemizde sadece on binde bir kişi kitap okuyor.  Türkiye’de günde ortalama 5 saat TV seyredilirken, kitap okumaya yılda sadece 6 saat ayrılıyor. Japon yılda ortalama 25, İsviçreli 10, Fransız 7 kitap okurken, Türkiye’de ise 6 Türk'e yılda sadece bir kitap düşüyor.
Okumuyoruz. Liseli bir gencimizin markette annesine “Anne, Aşk-ı Memnu dizisinin kitabı çıkmış” dediğinden anlaşıldığı gibi. Okumayınca kelime dağarcığımız gelişmiyor, okuduğumuzun neyi anlattığını anlayamıyoruz.
6 Eylül Salı günkü yazımda ılımlı İslam’ı, Kemalizm’i ve gerçek İslam’ı anlatan bir yazı yazdım. İnternet sitesinde yayınlanan yazımın altına okurlarım yorumlarda bulunmuşlar. Bundan mutluluk duyduğumu daha önce de belirtmiştim. Ancak, bazı okurlarımın yorumları, ya yazdığımı yanlış anlamalarından, ya da anlayamadıklarından veya illa muhalefet yapayım dediklerinden olsa gerek, alakasız oluyor.
Bir okurum “Sayın hocam güzel yazmışsınız. Fethullah hoca cemaatini almışsınız elinize, vurmuşsunuz yerden yere. Hocam siz konuyu yanlış seçmişsiniz bence. Bir yerden alıp başka yere taşımışsınız ama bunun da ön yargı ile yazıldığı belli. İsterseniz hocam siz bu konuyu ehline bırakın bu konu sizin branşınıza girmiyor.” demiş.
Yazımı bir kez daha okumanızı isterim. Ben Fethullah Hoca diye bir şey yazmadım. “Ilımlı İslam’da, İslam dini yalan yanlış yorumlarla amacından, özünden saptırılır. Temelinde tarikat şeyhi veya cemaat imamı vardır.” dedim. Ben ne yazdım, o ne anlaşılmış.
Acaba ne, benim branşıma girmiyor? Ben tarih öğretmeniyim. İslam Tarihini de, dinimizi de yeterli derecede bilirim. Hiç kimse bir şeyi çok iyi bildiğini iddia edemez. Bana bunu yazan arkadaş benden daha iyi biliyorsa öğrenmeye hazırım. Ama daha okuduğunu anlayamayan bir kişi bana ne öğretebilir, bilmiyorum.
Bir okurum da “Öncelikle bu yazıyı yazan kişinin din adına bilgi seviyesi nedir tartışılır, muhtemelen sıfırdır.. M. Kemale saygımız sonsuz, ama lütfen onu peygamber (hâşâ) Allah yerine koyup dini küçümsemeyin. İslam’da Allah demenin bile bir sevabı varken siz kadehlerinizi tokuşturmaya devam edin… Hocam Allah sana akıl fikir ve iman versin.” demiş.
Sevgili okurum, öncelikle dinle imanın kimde olduğu belli olmaz. Bunu siz dahil kimse bilemez. Dinimi yargılamak size düşmez. O benimle Allah arasında. İkincisi size soruyorum: Yazımın hangi cümlesinde ben M. Kemal Atatürk’ü peygamber veya Allah yerine koymuşum, dinimi küçümsemişim. Dinim diyorum, benim de dinim İslam. Evet, bana o cümleyi göster, gel alnından öpeyim. Bu okuduğunu nasıl anlamadır, hayret doğrusu.
Yazımda “Din ile Kemalizm tamamen farklı şeylerdir. Din, bir inançtır ve Allah ile kul arasındadır. Ayrıca, Müslüman Türk insanı GERÇEK İSLAM dururken neden ILIMLI İSLAM’ı benimsesin? KEMALİZM ise din değildir. Türkiye Cumhuriyeti’nin temellerini oluşturan kuruluş felsefesidir. Bir insan hem Kemalist ve hem de dindar olabilir.” dedim. Bu sözlerimin arkasındayım. Siz farklı düşüncede iseniz, bence siz yanlışsınız.
Peygamberimiz Hz. Muhammed zamanında hangi tarikat vardı? Peygamberimiz son peygamber olarak belirtilirken, doğruyu Kuran’dan öğrenmek varken bu tarikatların peşine takılmak niye? Kuranın ve Peygamberimizin gerçek hadisleri bize yetmiyor mu? Tarikat şeyhlerinin ayaklarına kadar gidip ondan yardım istemek niye?
Bir kez daha yazıyorum. Dikkatli okuyun. “İSLAM DİNİNİN TEMELİNDE KURAN VARDIR, YALNIZ ALLAH’A İBADET EDİLİR VE YALNIZ ALLAH’TAN YARDIM İSTENİR. KULLARIN İMANINI YARGILAMA YETKİSİ PEYGAMBERİMİZ DAHİL KİMSEYE VERİLMEMİŞTİR. YALNIZCA ALLAH’A AİTTİR. DİN ÜZERİNDEN SİYASAL VE MADDİ ÇIKAR SAĞLANMASI YASAKTIR. KUL İLE ALLAH ARASINA HİÇ KİMSE GİREMEZ.”
Saygılarımla, hoşça kalın.