Adap, edep, günümüzde haydi “racon” diyelim. Aslında huzurun, suhuletin, kısacası insanların toplumda uyması gereken kurallardır bu söylemler. Görsel basının her gün bol keseden pompaladığı, yazılı basının bir türlü tiraj unsuru olarak kullanmaktan vazgeçemediği, sadece günü kurtarmak adına işlenmiş tipik bir ”şeytan avukatlığından” kurtulamamış üçüncü sınıf düşüncelerin baş mimarıdır sözüm onlar.

 

Her gün gazetelerde müstehcen yayınlarla, felaket tellalığıyla, hatta iftiralara varan çarpık ve zihinleri karmaşa haberlerle yanlış düşüncelere sevk eden bu kitle iletişim organlarını bazen düşünüyorum da ne kadar basit işler için nelere mesai harcadıkları, insana yazıklar olsun dedirtecek cinsten birer düşünce fukaralığı ve zihinsel hamlık deyimi tam anlamıyla yerine oturmuş olur.

 

Başta kendi adıma söylüyorum ben yetmişli yılların ilk okul ve orta okul öğrencisiyim. Yani günümüzün ilk öğretim seviyesine eşdeğerde. Aynı yıllarda müfredatta, ahlak dersi okutuluyordu. Fakat yıl sonunda hiçbir kimsenin ne hikmetse aynı dersten ne takıntısı olur ne de ikmale kalan olurdu. Peki çok mu iyiydi? Hayır. Çünkü ders haftada zaten topu topu bir saat (kırk dk.). Nasıl başlar, nasıl biter anlaşılmazdı bile. Ama ne hikmetse öğretmenleri dışarıda gördüğümüzde kötü kabus görmüş gibi olur, yakın zamanda atmosferimizden atamazdık. Bakın bazı kesim bu olayı öğretmene saygı diye yutturmaya çalışırlardı halbuki o saygı düpedüz bir psikolojik baskı gerçeğiydi.  İşte dersten anlaşılan öyle oluyor ki konunun özü müfredata uygun anlatımı değil akıllarda kalan korku paranoyasıyla öğrenci başbaşa bırakılıyordu.

 

Gelelim günümüz gerçeğine, yaklaşık dört gün önce İSTANBUL’DA bir halk otobüsünde sürücü ve yolcu ile arasında geçen yolcunun uyarılara rağmen pisikopatça gözünü kıpmadan kavgaya davetiye çıkarması, yine kameralara yansıyan sadaka kutusunun güpegündüz çalınması, toplumun yararına olan devlet mallarını koruma yerine zarar verilmesi, hepinizin malumu bunlar sadece bir kaçı.

 

Peki yukarıdakiler kişileri ve kamuya ait eşyaların tahribatı, zihinleri bir ömür boyu uzay boşluğundaki büyük kara delikler gibi boşluklara sürükleyip, eğrisini doğrusunu araştırma gereğini duymadan, otomasyon olarak yaftala geç tekniğini tereddütsüz icra edenler! Siz hiç iftiraya uğramadınız mı? Nasıl bir duygu olduğunu bilmiyor musunuz? Yaptıklarınız üç günlük dünya menfaati için bir ömür ahiret azabına değer mi? Bu durumda haftalık bir saat ahlak dersinin sizce kime ne kadar faydası olmuş olabilir?

 

Eğitim öğretim’deki ana unsur öğretim belki de, teorik eğitim için aynı şeyleri söyleyebilir miyiz? Yani öğretim tamam, ya eğitim?

 

Değerli okurlar aslında herkes olumsuz toplumsal çöküntülerden rahatsız fakat ne hikmetse kimse ”KRAL ÇIPLAK” diyemiyor. Herkes halinden memnunmuş gibi görünüyor. Çünkü o kadar alıştırılmışız ki adeta tüm yaşananlar bir şekilde meşrulaştırılmış. Bir de unutmadan bizleri mecliste temsil eden vekillerimiz adı geçen konunun eskiden beri süre gelen baş mimarları. Bu konulara meşrutiyet kazandıran en büyük pay sahibi onlardır tabi ki haklarını yemeyelim.

 

SAYGILARIMLA.