Bugün "Ben devlet adamıyım" diye geçinen bazılarının mutlaka okuması gereken bir olay. Onlar ki M. Kemal'i ve Cumhuriyeti karalamak için ellerine geçen her fırsatı değerlendirme çabasındalar. Yanlış olsa da bazı kesimlerin kafasını bulandırmak bile yeterli. Yapılan insafsızca saldırılar, yakıştırmalar yalan çıkınca utanmasalar “Bunu kim ortaya attı?” veya “Bizi yanlış anladınız.” yalanı arkasına sığınırlar. Son günlerde bu ve benzeri örnekleri çok yaşadık. Bu öyküyü okusunlar ki devlet adamlığı neymiş, “Tek Adam” nasıl olunurmuş öğrensinler.  

 

 

Size Atatürk döneminde yaşanan bir olayı anlatacağım. “O dönemde bize yan bakmayı bırakın kaşlarını bile çatamazlardı” dedirtecek bir olay. Olay “Kanapiçe Koyu Olayı”. Tarih 14 Temmuz 1934. Kanapiçe Koyu, Aydın-Kuşadası sınırları içinde, Sisam Adası’nın hemen dibinde, karşıdan biri seslense sesi rahatlıkla duyulabilecek kadar yakın bir koy. İşte her şey bu koyda oluyor.  

 

 

O tarihte İngiliz donanması Sisam Adasına demirler. Sınırlarımızı yine askerlerden oluşan Gümrük Muhafaza Alayları korumakta. Donanma askerlerinden dördü bir sandalla gizlice bizim koya yaklaşır. Askerlerimiz kendilerini ikaz eder, dinlemezler. Bunun üzerine adamlara ateş açıp hepsini vururlar. Yalnız ölen İngilizlerden 3’ünün cesedi bizim kıyıda kalır, 1 İngiliz’in cesedi ise denize düşüp kaybolur.

 

 

Durum hemen Kaymakam Dilaver Bey’e bildirilir. Kaymakam da durumu telgrafla Ankara’ya anlatır. Ankara’dan talimat gelmesi beklenirken, bir İngiliz savaş gemisi Kuşadası Limanı’na demirler. 2 İngiliz subayı karaya çıkıp, Kaymakamın makamına gider. Kaymakamdan askerlerin hesabını sormaya çalışır. Ancak Kaymakam, Atatürk’ün arkasında olacağını düşünüp, hesap sormalarına sert bir şekilde karşılık verir. Türk askerinin ülkemizin yasalarını uyguladığını anlatır.

 

 

Bunun üzerine İngilizler 3 maddelik bir ültimatom verir. Ültimatom maddelerinden biri de İngilizlere ateş açıp vuran Balıkesirli er Musa’nın kendilerine teslimi. İngilizler gidince Kaymakam durumu tekrar Ankara’ya bildirir. Ültimatomdan Atatürk de haberdar edilir. Konuyu inceleyen Atatürk şu emri verir:

 

 

"Görevini yaptığı anlaşılan Türk eri Balıkesirli Musa, yerinden alınamaz ve cezalandırılamaz. Gerekirse Musa için İngiltere ile savaş göze alınır. Şimdi Ankara'ya hareket ediyorum. Ege’de kısmi seferberlik emri veriyorum."

 

 

Atatürk’ün emri derhal uygulanır. Ültimatomu kabul etmeyeceğimiz telgrafla İngiliz donanmasına, İngiliz donanmasınca da Londra’ya bildirilir. Kısacası bir er için gerekirse İngiltere ile savaşa girilecektir.

 

 

Sonunda İngiliz Hükümeti Türkiye’nin kararlılığını görünce, ültimatom maddelerinden sadece kayıp olan teğmenin cesedinin Türk karasularında aranmasına razı olur. Gıkları çıkmaz. Türk Devletinin iyi niyetiyle ortak bir arama faaliyeti başlatılır. 

 

 

Bu olay sonunda, Kuşadası Kaymakamı Dilaver Bey'e bir takdirname ile 50 lira para ve 1 hafta istirahat izni verilir. 1934'ten sonra Dilaver Bey başka bir yerde görevliyken Kuşadası'na gelen Mülkiye Müfettişleri, İngiliz amirale çekilen 9 liralık telgraf ücretini uygunsuz bulup, hakkında soruşturma açarlar.
Dilaver Bey, devlet parasını çarçurdan mahkemeye sevk edilir(Günümüz politikacılarının bu durumdan çok ders almaları gerekir, ama nerde). Yargıç Kemal Aksüt, ilk celsede salonu boşaltır, Dilaver Bey'i yanına çağırır, gerekli makamlara ağzına geleni söyler ve beraat kararı verir.

 

 

Bugün, ABD askerimizin başına çuval geçirdi ses çıkarılmadı. Peygamberimize hakaret eden kişi Nato Sekreteri olmaz dendi, ertesi günü okey dendi. Kuzey Irak’a giren ordumuz için geri çekilin tehdidi geldi. Emre uyuldu. Barzani Diyarbakır’ı toprağı sayıp buraya karışırım, dedi, Talabani Türkiye aleyhine neler söyledi, ülkemize gelince el üstünde taşındılar. NATO Libya’ya giremez, ne işi var, dendi, haftasına kendi savaş gemilerimiz gönderildi, İzmir operasyon için üs yapıldı. Bir tek Gazze için özür dilendi, dendi. Bunlar doğal.

 

 

Kanapiçe Olayı’nda cesaret var. Uluslararası siyasette dik duruş var. En önemlisi ulusal gurur ve onur var. Atatürk yaşasaydı bunların hangisine eyvallah denirdi?” diye kendinize bir sorun bakalım. Başına çuval geçirenin başına sen de çuval geçirmezsen; bir sonraki seferde ne yaparlar bilinmez.

 

 

İşte önder, devlet itibarı budur. Bir eri için koca bir ulusu savaşa sürükleyebilecek kadar cesur olana önder denir. O koskoca ulus da bilir ki; bir tek er İngiliz’e teslim edilirse ardından ulus teslim edilir, namus teslim edilir. Bu ülke işte böyle bir dönem yaşamıştı. Atamız başımızda olsaydı; İngilizler hiç İngiltere’ye giriş yapan milletvekillerimizi dezenfekte edip, donlarına kadar soyup arayabilirler miydi? Zaten, kendini o şekilde aratan milletvekilini de dönüşte Atatürk Türkiye’ye sokmazdı.

 

 

 Saygılarımla, hoşça kalın.

 

Editör: Haber Merkezi