Çocukluğumda, Tire’nin meşhur Bahçekahve semtinde oturuyorduk. Yaşlı karı koca komşumuz vardı.


Nadir UYSAL / Yeni Asır Gazetesi


Beyinin adı Haşim amca, eşinin adı Zeynep teyzeydi. İkisi de dünya tatlısı insanlardı. Ramazan’da iftara yakın evlerinin önüne gider, iftara yakın bir saatte avazım çıktığı kadar bağıra bağıra ezan okumaya başlardım. Onlarda, “iftar zamanıdır” diye sofraya oturur, oruçlarını açardı. Biraz sonra ise Ramazan topu patlayıp, gerçek vakit ezanı okunmaya başlayınca, rahmetli Haşim amca, orucunu zamansız açtığını anlar, arkamızdan “Bre yezit” diye bağırarak, bizi kovalardı. Kovalardı ama, birkaç gün sonra ona aynı oyunu yine oynardım. Onlar da her defasında aldanırlardı. O günler, o insanlar, o dostluklar inanın çok güzeldi. Bu gün, o günleri biraz özleyiş, biraz da imreniş ve dudağımda hüzünlü bir gülümseyişle hatırlıyorum. Odunun bile özü varken, hayvan bile içgüdüsündeki dünyasını ararken, insanın insanları düşünmemesine şaşırıyorum.  Ramazanlar bağışlamayı, hoş görmeyi, birbirini sevmeyi ve açlıkla başkasını düşünmeyi öğretir. Şimdilerde, çocukluğumun Ramazanları bana hepsinden güzel geliyor. “Döner misin o günlere?” deseler… İstesem de dönemem ki…
Editör: Haber Merkezi