Kadına yönelik şiddet kadının yaşamını ve toplumsal hayatını tehdit eden sosyal bir sorundur. Kadına yapılan şiddet sadece Türkiye’nin değil dünyanın karşı karşıya kaldığı toplumsal bir problemdir ancak Türkiye’de yaşanan şiddet olaylarının yankısı daha da derinlere inmektedir. Şiddet bir insan hakları ihlalidir, şiddet gören kadınlar kanunlarla korunur, aynı zamanda uluslararası ve ülke çapında kadına yönelik şiddeti engellemek için gönüllü kadın kuruluşları ve dernekler dahi kurulmuştur. Toplumlar bilinçlendirilip kadınlara verilen değerlerden bahsedilmiştir, sürekli kadınları korumak için politikalar ve uygulamalar öne sürülmüştür  vesaire  vesaire …
Sonuç nedir peki?
Sonuç; Fiyasko! Yani içler acısı! Kadınlar daha çok şiddete maruz kalıp işkence görüyorlar artık, istismara uğrayarak cinayetlere kurban gidiyorlar. Baskı altında yaşıyorlar, zorla evlendiriliyorlar, tecavüze uğruyorlar, sakat bırakılıyorlar sonunda öldürülüyorlar. Toplumda birçoğumuz şiddet olaylarını görmezden gelip seyirci kalmakla yetiniyoruz, çünkü bizler toplum olarak şiddeti normalleştirmeyi seviyoruz. Duygusuzlaştık, duyarsızlaştık, canavarlaştık çünkü. Yargılamadaki yetersizliklerden dolayı adalet tam olarak sağlanamıyor, kadınlara yönelik işlenen suçların birçoğu ciddi suçtan bile sayılmıyor. Böyle bir ülkede refah ve huzur olur mu? Kadınlara uygulanan şiddet, cinsel istismarlar ve cinayetlerle ilgili olarak biraz olsun geriye dönük araştırma yaptığımızda, duruşmalarda zanlıların güzel giyinip etkili konuşarak, pişmanlık ve iyi hal nedenlerinin yargı tarafından yanlış uygulanması sonucu cezalarda nasıl indirim aldıklarını görebilmemiz mümkün. Katiller adaletin karşısında nasıl davranacaklarının ve nelerden kaybedip nasıl kazanacaklarının senaryosunu çok iyi yazabiliyorlar. Normalde adalet zalimlerin karşısındadır, insanların tek başlarına kendilerini koruyamadığı zamanlarda da koruyucu bir zırh niteliğindedir. (!) …Kanunların caydırıcılık gücü yetersiz, yeterli olsaydı ve adalet gerçekten yerini bulsaydı bir yılda yüzlerce kadın öldürülür müydü? Elbette hayır! Artık kronikleşen bir hastalıkla boğuşuyoruz …
Türkiye’de kadın demek; birinin tacizine veya saldırısına uğrama korkusuyla yaşamak demektir, eşi eski eşi ya da sevgilisi tarafından çok sevildiği için kıskançlık adı altında öldürülme korkusuyla yaşamaktır, yakınları veya akrabaları tarafından töre ve namus uğruna öldürülme korkusuyla yaşamaktır. Yani anlayacağınız Türkiye’de kadın olmak zordur! …

KADIN GÖZÜYLE YAŞAM
Bu yazımda beni kırmayarak, kadın olmanın zorluğu hakkında görüşlerini dile getiren değerli arkadaşım Doktor Ayşegül AÇIKALIN’ın yazısını okuyucularımla paylaşmak istiyorum.
“Eskiden kadın gününe karşı çıkardım, “özel gün niye ki, erkekler günü mü var sanki engelliler günü hayvan hakları günü gibi gün pozitif ayırımcılık” derdim.  Ama bunu dediğimde henüz ailesinin yarattığı koruyucu fanusta yaşayan bir gençtim, o yıllarda kadın şiddeti dünyama haber olarak bile girememişti. Çok değil hemen üniversite için o muazzam fanustan çıktığımda yaşımdan daha hızlı değişen toplumla yüzleşme başladım. Üniversitede evler, kız erkek toplanırsınız cümlesiyle öğrenciye verilmiyordu,  o ev ki annemin “ Burası mı?” dediği ama bizim Bohemya’yı keşfedeceğimiz bodrum katı annemin adıyla tutuldu. Çok mantıksız ve hatta demansla sıfatladığımız o ihtiyarın cümlesinin ileride çok popüler olacağını elbette tahmin bile edemiyorduk, gençtik. 
Üniversitede Şiddet gören kadınlar geldi acile, ilk yıl aklımın almadığı olay ilgimi çekti ve onlarla konuşmaya başladım. Benim yaşımdaki kızın okuyamadığı için intiharını, tanımadığı bir insanla evlendirilen kızın hikayesi, beni o yaşta ağlatırken bunları diğerleriyle karşılaştırdığımda basit bulmaya başladım. Çoktu ve ben kanıksıyordum. Zorunlu hizmette yollandığım köyde ilk olarak muhtar karşıladı beni,  ilk sözü ''Yine kadın'' oldu. Yine gözüm büyük büyük açıldı, ama benden önceki iki Doktor’ un kadın olup köylünün taciz ettiğini duyduğumda hele birinin hamile kalıp zor kurtulduğunu duyunca irkildim, muhtara “Ne yapacağım!” dedim. Yani olaydan kendimi sıyırma sevdası. Sonra köydeki en modern evine bahçesine çağırdı bizleri, kocaman bahçede bir ağaç altında bir tek sandalye vardı, “Ya eşiniz!”  dediğimde “O ne anlar!” dedi. Bize istenilen sandalyeler gelirken kıskanarak izleyen kadınları gördüm. Ve o gün kocaya değil orada oturanlara kızdı o kör gözler.
 Büyüdük, gördüğüm son halin nedenlerinde bu yanlış yöne öfkesini yönelten, hayır ı savaşmayı bilmeyen, bireyleşemeyen insanı bastıran törenin anlamsız yükselişi vardı. Okula kızlar gönderilmezken, oy kullanma hakkı ilk bize verilmişti. Böyle karşıtlar kadının kendi çaresizliği. Devamlılığı sağlayan, ekonomiyi üstlenen bu kadınlar ne oluyordu da bunları hak ediyorlardı. Oysaki beklenilen çok şey değildi, adamlıktı sadece. Erkeklerin öfkesi, eskiden bastırılan kadının onlarla aşık attığı mı? Hazmedememe mi ki servis minibüsü şoförlerinin üniversiteli kızlara, şiddetin, eğitimsiz fark yarattığı tek yer kas gücüyle yok etmesi, kabul edilemez ama insanları alıştıracak kadar çoğalıyor. Yönetenlerin yargıladığı da aslında erkekler değil, giyimiyle yaşam saatleriyle kadınlar. Bir zamanlar acilde kanıksadığım olaylar çığ gibi büyüyerek bana alıştırmışlardı kendilerini, şimdi de toplumda aynısının yapıldığı görüyorum  …
 Bu coğrafya da kadınlık zor! En medenisi romantizmine yandaş olurken, başka yerde hayatının son demini yaşayana bir çocuğun eş olmasını normal bulan aile bakanımız var. Oysa düşünülmeli, adının söylenmesi bile ayıp olduğu vajina, çocukların ilk yatağını, dünyanın en yaşamsal sütünün bulunduğu bir bina, çökertiliyor. Bunları legalize eden din, bunu yapan da savunan da bu din olayında belli basamakta insanlarsa, din erkek konformizmine çalışıyor demektir. Bunca kadın niye düşünmez, sakladığı saçında tecavüze uğrayan bedeninde suç arar. Tecavüze uğrayan kadın çocuğunu doğurmalı, hatta aldırırsa tecavüzcüden beter olduğunu beyinlere kazıyan yöneticinin bile kadın olduğu bu coğrafyada kadınlık zor …”