Yaklaşık iki buçuk ay önce İstanbul'dan Beyrut'a yolcu getiren THY uçağı personelini otele götüren servis aracının önü, silahlı kişiler tarafından kesiliyor. Silahlı kişiler otobüste bulunan hostesleri indirerek pilot ve yardımcı pilotu kaçırıyor. Olayı "İmam Rıza'nın Ziyaretçileri" adlı bir grup üstleniyor. Grup, Türk pilotlara karşı Suriye'de rehin tutulan dokuz Lübnanlının serbest bırakılmasını istiyor. Beyrut Büyükelçisi, olayla birlikte yetkililerle bağlantı kurulduğunu, girişimlerin sürdüğünü söylüyor. Lübnan İçişleri Bakanlığı soruşturma başlatıldığını, şoförün ifadesinin alındığını duyuruyor. 

Buraya kadar her şey dünyada yaşanan olağan bir olay. Ancak gelişmeler ve sonuç düşündürücü. Öncelikle olay sonrası THY’nın BBC Dünya Servisine yaptığı açıklama şaşırtıcı. Yetkililer önce kaçırılma olayı hakkında yorum yapamayacaklarını belirtip "Şu an bayram tatili nedeniyle yoğunuz." demiş. Daha sonra THY Basın Müşaviri "Genel müdürler ve Büyükelçi aracılığıyla gerekli girişimler yapılıyor. Yeni bir gelişme yok. Kimin tarafından kaçırıldıklarına ilişkin bir bilgi yok. Takip ediliyor" diye açıklama yapmış. Cumhurbaşkanı Gül "Hemen temaslara geçildi. Dışişleri bakanımız ilgili kişilerle konuştu. Ben de tabii Cumhurbaşkanı'yla konuşacağım. Çeşitli tahminlerimiz var. Ümit ederim ki kısa süre içerisinde sağ salim kurtarırız." demiş.

Ve tam 72 gün sonra diploması trafiği sonuç verip müjde gelmiş. Kaçırılan THY pilotlarının esareti mutlu sonla noktalanmış(!). Serbest bırakılan pilotlar yurda dönmüş. Başbakan pilotları bizzat aileleriyle birlikte karşılamış. Erdoğan pilotlarla tokalaşıp geçmiş olsun dileklerini iletmiş. Pilotlar “Devletimizin arkamızda olduğunu biliyorduk’ demişler. Ne desin zavallılar. 

Bu olay beni geçmişe götürdü. Daha önce de yazdım. Devlet adamı, devlet başkanı nasıl olmalı sorusunun yanıtı bu olayda açıkça görülüyor. Olay şöyle.
“Başbakan İsmet İnönü davet edildiği Rusya'dan Bulgaristan yolu ile yurda dönüyordu. O ara Bulgaristan ile aramız iyi değildi. Bulgar çeteciler Sofya'daki Türk elçiliğini kuşatmış, İsmet Paşa'ya suikast yapmak üzere dışarıya çıkmasını bekliyorlardı. 

Bulgar hükümeti yazı ile uyarıldı. Ama Bulgar hükümeti umursamadı. Bunun üzerine durum Ankara'ya bildirildi. İlgililer toplanıp, aralarında görüştü. Ne yapılacağını düşündüler. İşin içinden çıkamadılar. Atatürk'e danışmaya karar verdiler. Atatürk sordu:
“Siz ne düşünüyorsunuz?” 
"Bulgaristan'a ekonomik baskı uygulayalım. Çok ihtiyaçları olan bazı maddeleri satmamakla tehdit edelim." dediler. 
Atatürk güldü:
"Telefonu verin bana." dedi. 
Donanmaya emir verdi. Ertesi sabah Yavuz zırhlısı İzmit’ten Varna'ya gitti. Limanda havaya yüz bir pare top atışı yaptı. Topların gürültüsünden evlerin camları kırıldı. Herkes yataklarından heyecanla fırladı. Bulgar hükümeti telaşlandı.

Gemi amirali Bulgar yetkililere “Türkiye Başbakanı İsmet Paşa'yı almaya geldim.” dedi.

Bulgar Hükümeti İsmet Paşa'yı Sofya'dan Varna'ya zırhlı trenle, özenle ve koruma altında getirdi. Oradan da bando ve merasim ile Yavuz zırhlısına uğurladı. 
Amiral, kırılan camların parasını ödeyip, İsmet Paşa’yı Türkiye'ye getirdi. (Avni Altıner - Her yönüyle Atatürk, Oda Yayınları sayfa 387–388) 
İşte gerçek bir devlet adamı ve devlet duruşu. Farklı bir devlet adamı olan Atatürk düşmanlarının bile hayranlığını kazanmış bir liderdi. Yeri geldiğinde düşmanlarına aman vermeyen acımasız biri, yeri geldiğinde onlara nezaketle davranan bir devlet adamı idi. Kurtuluş Savaşı sonunda esir alınan Yunan Orduları Başkomutanı General Trikopis bile anılarında Atatürk’e olan hayranlığını dile getirmiştir. Ancak devletin onuru söz konusu olduğunda en sert önlemlere başvurmaktan da asla çekinmezdi. Yukarıdaki olay dışında Kanapiçe Koyu olayı, kendisini ziyaret eden devlet adamları ve görevlilere karşı davranışları hala akıllardadır.

Gelelim konumuza. 2 pilot rehin alınıyor. Olay Ramazan Bayramı öncesinde oluyor. Geliyoruz Kurban Bayramına. Aradan 72 gün geçiyor. Pilotlar salıveriliyor. Ortaya atılan iddialara göre terör örgütü ile pazarlık edilip 150 milyon dolar fidye ödenmiş. Bu ödeme örtülü ödenekten mi yapılmış, yoksa Katar mı ödemiş belli değil. 2,5 aydır Cumhurbaşkanı, Başbakan, Dışişleri Bakanı neredeydi? İş mutlu sonu paylaşmaya gelince herkes alana çıkıyor. Devlet onuru “one munite” demekle kurtulmuyor. Askerimizin başına çuval geçirilince sessiz kalmak her şeyi açıklamaya yetiyor.

Güzel bir atasözümüz vardır. "Kör gider, yol gider." Bakalım bu böyle daha nereye dek gidecek? Bakalım bu onursuz politika ne kadar sürecek? Acaba "Sol parti geldiğinde birçok şeyi bulamıyordunuz; bakın şimdi her şey var." gibi ninniler söylenince halkımız yine uyuyacak mı, yoksa gözünü açıp onlara hesap soracak mı? Seçimlerde göreceğiz. 
Saygılarımla hoşça kalın.