Yine bir eğitim yılının başıydı. Okulda herkes işini daha iyi yapmak ve işlerini bitirmek için var gücüyle çalışıyordu. Okula yeni gelen öğrencilerin alışmaları geldikleri bu yeni kurumun birimlerini tanımaları için okuldaki herkes uğraşıyordu. Bir yandan da öğrencilerin başarılı bir okula geldikleri, buranın başarılması zor bir yer olduğu, dolayısıyla herkesin çok çalışması gerektiği gibi klasik anlatımlarla öğrenciler o havanın içine çekilmeye çalışılıyordu. Bu durum bizim her yıl yaptığımız bize göre sıradan işlerdi.


Okulun açılmasının üzerinden yaklaşık bir ay geçmişti. Herkes yemekhaneyi öğrenmiş, ne zaman yatıp ne zaman kalkacağını anlamış, hatta geldikleri bu yeni eğitim yuvasında kim nedir öğrenmişler ona göre yeni söylemler geliştirmişlerdi bile.

Bu düşüncelerle ilk saat 9/A sınıfına derse girdim. Dersimiz Dil ve Anlatım. Tabi okulumuza yüksek puanlarla gelen bu öğrencilerimizin dilbilgisi konusunda sıkıntıları olmadığı için ders işlemek kolay ve hangi öğrenciyi kaldırırsan kaldır sorun yaşamazsın.

Ön sıranın bir arkasından adını bilmediğim bir öğrenciyi tahtaya kaldırdım. Yaz bakalım kızım: Anneciğim seni çok özledim. Bu cümlenin öğelerini bul bakayım dedim. Öğretmen masasının önünden arkaya doğru yürürken bir öğrencinin hıçkırarak ağladığını fark ettim; gözyaşlarını saklamak istiyor; fakat engel olması mümkün görünmüyordu. Ben de etkilendim ve yaklaştım. Sordum ona: Kızım bir yerin mi ağrıyor yoksa hasta mısın falan gibi sorularla öğrenmeye çalışırken simasını hala unutamadığım Aksaraylı Dilek: ‘Hocam annemi çok özledim, ilk kez ondan ayrılıyorum, sık sık gece uykularımda beni ziyaret ediyor. Dün gece de rüyamda gördüm. Siz de tahtaya bu cümleyi yazınca kendimi tutamadım. Özür dilerim dedi.

Gözyaşının her damlasında gurbet acısını yanaklarının üstünden döken  kaç tane öğrencim bu duygularla mezun olup gitti diye hep hayıflanırım yıllarca.Çok önemli bitmeyen işlerimizin(!)arasında öğrencilerimize ve mesai arkadaşlarımıza ne kadar zaman ayırıyoruz acaba?


Mesut SOYASLAN
Fen Lisesi Müdürü