Halk arasında esprili bir söz vardır. “Yarım doktor candan, yarım imam, dinden eder” diye. Yani bir kişi işini hakkıyla yapmıyor, şahsi çıkarlarını ve sapkın ideolojilerini işi aracılığıyla sana yansıtıyorsa vay haline. Bu sebeple ben de diyorum ki yarım öğretmen de seni bildiğinden eder. Doğru olanı al ama iş ideolojik boyutlara geldiğinde araştır. Bu sebeple değerli tarihçilerimize de haksızlık etmeden, naçizane  Mehmet Akif Ersoy’ u ve nezdinde İstiklal marşımızı şöyle bir hatırda tutmalı, unutanlara da hatırlatmalı diye düşünüyorum. Zira ilçemizde, bir gencin hassasiyeti sonrası İstiklal marşımız, bayrağımız derken Akif’e kadar uzatılan tartışma konularını, lüzumsuzluğu gerekçesiyle sonlandırmak gerekiyor. Çünkü bu millet bayrağı altına örtü yapıp oturanla, yerde gördüğünde öpüp başına koyanı ayırt edebilecek seviyededir. Mehmet Akif’in torunları onun yolunda gitmeye, onun hayattaki duruşunu kendine örnek almaya devam etmektedir.


       Hayatı boyunca inandığı değerler uğrunda mücadele eden ve çoğu zamanda bu duruşu sebebiyle zarar gören milli şairimiz Mehmet Akif Ersoy, aynı zamanda bir fikir adamıydı. İslami kaygıları olan ve hayatını bu değerler üzerinde şekillendiren Mehmet Akif, dönemin hükümeti tarafından takip ettirilmiş ve sonunda dayanamayarak Mısır’a emri vaki olarak sürgüne gitmiştir. Akif, İslami bir kimliğe sahip olduğu için dönemin Türkiye’si tarafından benimsenememişti. Hala günümüzde, İslami kimliğe sahip birinin milli marşımızı yazmış olmasından dolayı rahatsızlık duyanlar var. Hatta bir ara onuncu yıl marşı üzerinde algı oluşturarak milli marşımızı geri planda bırakmaya çalışan zavallıları bile gördük. Müslüman birisi milli marş yazdı diye gururlanamayan  zavallılar… Siz öylece bakadurun, biz Ay yıldızlı bayrağımızın dalgalanışını izlerken İstiklal Marşımızı okumaktan müthiş haz alıyor, gurur duyuyoruz. Hele ki, o İstiklal Marşımızın yazılış hikayesini hatırımızda tuttukça, Mehmet Akif’in hediyesine daha bir aşkla sahip çıkıyor, bayrağımızı daha bir gururla dalgalandırıyoruz. Evet, yazılış hikayesindeki Üstadın tavrı bile bizi gururlandırmaya yetiyor.
         Sonucunda kazanana para ödülü olduğu için, dönemin Milli Eğitim Bakanlığınca düzenlenen yarışmaya katılmayarak, İstiklal Marşı gibi milli bir değerin, para karşılığında yazılamayacağını ifade eden o onurlu üstad Mehmet Akif Ersoy Türk milletine mükemmel bir hediye bırakmıştır. Bizler için mükemmel bir mirastır İstiklal Marşı. Okurken bile ayağa kalkılarak saygı duyulan bir şaheserdir İstiklal Marşı. Bu marşı bilmek ve onu gururla okumak bence her Türk evladının görevidir. Bu sebeple Üstadın aziz hatırasına sahip çıkmalı ay yıldızlı bayrağımızla nasıl gurur duyuyorsak marşımızla da aynı şekilde gurur duymalıyız. Bize,  göğsümüzü kabartan bu eseri hediye eden merhum Mehmet Akif Ersoy’u  rahmetle anıyor Rabbimin ondan razı olmasını diliyorum. Minicik yavrularımızın bile ezbere okuduğu milli marşımızı “habertire” aracılığı ile siz değerli okurlarımızla paylaşıyor ve gururla okumaya davet ediyorum. Ayrıca şanlı bayrağımız üzerinden şahsi çıkar elde etmeye çalışan, Bayrak gündem olduğunda “Mal bulmuş mağribi” gibi sevinip üzüm yemek gibi bir derdi olmayan ve bağcıyı dövmeye kalkan provokatörleri de  ayrıca kınıyor buradan onlara ekmek çıkmayacağını belirtmek istiyorum. Şimdi İstiklal Marşından bihaber  ve okumaktan aciz olanlara  inat buyurun:



 İSTİKLAL MARŞI
                      
      Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak;
     Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak.
     O benim milletimin yıldızıdır, parlayacak;
     O benimdir, o benim milletimindir ancak.

     Çatma, kurban olayım, çehrene ey nazlı hilal!
     Kahraman ırkıma bir gül... Ne bu şiddet, bu celal?
     Sana olmaz dökülen kanlarımız sonra helal;
     Hakkıdır, Hakk'a tapan, milletimin istiklal.

     Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım.
     Hangi çılgın bana zincir vuracakmış? Şaşarım!
     Kükremiş sel gibiyim: Bendimi çiğner, aşarım;
     Yırtarım dağları, enginlere sığmam taşarım.

     Garb'ın afakını sarmışsa çelik zırhlı duvar;
     Benim iman dolu göğsüm gibi serhaddim var.
     Ulusun, korkma! Nasıl böyle bir imanı boğar,
    ''Medeniyet!'' dediğin tek dişi kalmış canavar?

     Arkadaş! Yurduma alçakları uğratma sakın;
     Siper et gövdeni, dursun bu hayasızca akın.
     Doğacaktır sana va'dettiği günler Hakk'ın...
     Kim bilir, belki yarın, belki yarından da yakın.

     Bastığın yerleri ''toprak!'' diyerek geçme, tanı!
     Düşün altındaki binlerce kefensiz yatanı.
     Sen şehid oğlusun, incitme, yazıktır, atanı:
     Verme, dünyaları alsan da, bu cennet vatanı.

     Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda?
     Şüheda fışkıracak toprağı sıksan, şüheda!
     Canı, cananı, bütün varımı alsın da Huda,
     Etmesin tek vatanımdan beni dünyada cüda.

     Ruhumun senden İlahi şudur ancak emeli:
     Değmesin ma'bedimin göğsüne na-mahrem eli;
     Bu ezanlar -- ki şehadetleri dinin temeli --
     Ebedi, yurdumun üstünde benim inlemeli.

     O zaman vecd ile bin secde eder -- varsa -- taşım;
     Her cerihamda, İlahi, boşanıp kanlı yaşım,
     Fışkırır ruh-i mücerred gibi yerden na'şım!
     O zaman yükselerek Arş'a değer, belki, başım.

     Dalgalan sen de şafaklar gibi ey şanlı hilal!
     Olsun artık dökülen kanlarımın hepsi helal.
     Ebediyyen sana yok, ırkıma yok izmihlal:
     Hakkıdır, hür yaşamış, bayrağımın hürriyet;
     Hakkıdır, Hakk'a tapan, milletimin istiklal….