Abdülkadir-i  Meragi ve Itri ile birlikte Klasik Türk Müziğinin en büyük üç müzisyeninden biri olarak kabul edilen Hamamizade İsmail Efendi  9 ocak 1778’de İstanbul da Doğdu.
Babası Süleyman ağa hamam işlettiği için Hamamizade olarak anılır.
İsmail öğrenimine Kılıç Ali Paşa Camisi yanındaki Çamaşırcı mektebinde başladı.
Burada sesinin güzelliği ve müziğe yeteneğiyle İlahici başı Uncuzade Mehmet efendinin dikkatini çekti
Uzun yıllar kendisine musiki hocalığı yapan Mehmet  Efendi, okulu bitirdikten sonrada İsmail’e baş defterdarlıkta bir memuriyet görevi buldu.
1797’de Yenikapı mevlihanesinde çileye giren  İsmail burada müsiki bilgisini ve yeteneğini ilerletti.
Abdülbaki nasır dededen ney çalmayı öğrendi.
Şeyhi Ali Nutki  Dede;  genç mürit ismaildeki musiki kabiliyetini fark etmiş ve ona 
‘’ Öyle görüyorum ki istikbalin en büyük üstadı sen olacaksın demişti.
Çiledeyken bestelediği;
‘’ Zülfündedir benim baht- siyahım…
   Sende kaldı gece gündüz nigahım…
    İncitirmiş meğerki seni  ahım…
Seni sevdim odur benim günahım…’’
adlı buselik şarkı bütün İstanbul’da çok sevildi…
Şarkıyı duyan 3. Selim  saraya çağırdı, iltifatlar etti ve bir kese altın verdi.
İsmail  bu bir kese altını babasından kalan hamamı sattığı için üzülen annesine götürdü ve Mevlevihaneye  geri döndü…
Fakat 3,Selim ‘’ Ey Çeşme-i ahu hicr ile tenhalara saldın beni’’ adlı hicaz şarkısını duyunca İsmail’i yeniden saraya çağırdı ve saraydaki küme fasıllarına katılmasnı rica etti…
Bunun üzerine 1001 gün sürmesi  gereken çilesinin bir yıla yakın kısmı bağışlandı ve 1799’da Dede oldu.Kendisini her zaman takdir eden 3.Selim için Dede efendi  
‘’ Müştak-i  cemalin gece,gündüz  dil-i Şeyda adlı  Süzinak makamındaki eseri bestelemiştir.
Dede Efendi  1801’de evlendi .Bu yıllarda Mevlevi hanedeki  ve saraydaki görevleriyle meşgüldü…
Ancak 1804’de Şeyhi Ali Nutki  Dede’nin  ve 1805’de oğlu Salih’in ölümü ( 1810’da ikinci oğlu Mustafa’da ölecek ve daha sonra biri ölecek 3 kızı olacaktı) kendisini çok üzdü…
Bu acı olaylar üzerine ‘’ Bir gonca  femin yaresi vardır ciğerimde ‘’
adlı bayati makamındaki eserini besteledi.
‘’ Bir Gonca femin yaresi vardır ciğerimde
   Ateş dökülürse yeridir ah serimde
   Her lahza hayali duruyor didelerimde
   Takdire nedir çare bu varmış kaderimde’’
   
* Bu eser klasik üslubun mesafeli havası yerine, kişisel acılarla bezenmiş bir mersiye olması nedeniyle Dede Efendi’den sonra gelişecek olan Romantik akımın  başlangıç noktalarından biri olarak kabul edilebilir.
Bu çalkantılı dönemde  Dede efendi saraydan uzaklaştı vaktinin ve emeğinin büyük bir bölümünü Mevlevi hanede geçirmeye başladı.
Bu dönemde Dede, pazartesi ve Perşembe  günleri dergaha gider. Ayin-i şerif okunurken naat hanlık (okuyuculuk ) vazifesini de üstlenir ve Itri’nin bestelediği Nat’ı ayin hangi makamdan bestelenmişse,
o makama çevirerek okumuş, Rauf Yekta Bey’in  de vurguladığı gibi bu iş,çok yüksek bir müzik yeteneği gerektirdiğinden Dede’nin musikiye istidadının ne denli yüksek olduğunu gösterir.
2.Mahmut  yeniçeri ocağını kaldırıp karışıklığa neden olan ülke sorunlarının bir bölümünü yoluna koyduktan sonra rahatladı.
Musikiye zaman ayırmaya başladı,1825 yılında bir gün Yenikapı Mevlevihanecini ziyarete gitti ve bu ziyaret sırasında Dede’nin Neva Mevlevi Ayininin okunduğunu duydu.
Ayini çok beğendi ve Dede’yi  yeniden saraya davet etti. Ve böylece dede saraya geri döndü.
Kendiside Bestekar olan 2. Mahmut Dede Efendiye büyük saygı gösterdi.
Dede Efendi, Ferah-feza makamındaki  ayinide 2.mahmut’un ricası üzerine bestelemiştir.
A.Hamdi Tanpınar bu ayin için şöyle demiştir; 
Ferah-feza ayini sade İ. Dede Efendinin değil, bir ucu imkansızda kıvranan yıldız topluluğudur.
Acaba  Dede, bu eserinin bir medeniyetin,bir kültürün son defa  ve en gür sesiyle bütün kudretleri ,
Bütün mazisi beraberinde olarak konuşmasını mı istemişti?..
Onda Sadece Allah’ı  (C.C ) bulmayız.Allah’ın karşısına bütün zenginliklerimizle ve cemaat olarak çıkarız.
Saraydaki  görevine yıllar boyu devam eden Dede’nin yaşamı , Abdülmecid’in padişah oluşuyla  değişikliklere uğradı.Bu dönemde Sarayda öykünmeciliğe varan bir batı hayranlığı başladı.
Enderun ‘’ Müzikai-Humayün oldu. Ve padişahta dede Efendi’den daha batılı tarzda eserler ortaya koymasını istedi.Bu dönemdeki bazı eserlerinde gerçektende bir batı etkisi görülür.
Örneğin ,
‘’ Yine bir gülnihal aldı bu gönlümü’’ adlı eseri vals ritimlerinin etkisini açıkça taşır.
saray zevkindeki bu gelenekten kopuş ve değişim  Dede’yi memnun etmiyordu.
Hatta bir gün saray bahçesinde gezerken öğrencisi Dellalzade İsmail’e  ‘’ İsmail bu işin tadı kaçtı’’
dedi ve padişahtan izin alarak Hacca gitti.
Orada yakalandığı Koleraya yenik düşerek 29 kasım 1846’da mekkede vefat etti.
Şehnaz makamındaki sözleri, Yunus  Emre’ye ait olan İlahiyi bu hac ziyareti sırasında bestelemiştir.
- Yörük değirmenler gibi dönerler
- Elele vermişler hakka giderler
- Gönül kabesini tavaf ederler
  -Muhammedin kösnü çalınır bunda
Ol Sultanım demi sunulur bunda
Klasik Türk müziğinin Klasik döneminin son büyük Bestekarı olarak kabul edilen  Dede Efendi’nin yapıtında Geleneksel olanla , yeni ,Klasik olanla halk zevki ,Dünyeviyle,uhrevi  eskiyle ,yeni birlikte yaşar.
A.Hamdi Tanpınar’ın deyişiyle;  iki ayrı rüzgar, iki türlü ameliye vardır.
Aralarındaki çelişki güzellikte aşılır.
Sultan-yegah, Neveser,Saba-buselik,Hicaz-buselik-Araban-kürdi makamlarının tertipçisi olan 
Dede Efendi’nin eserleri saltık tinin kendine özgür ve ölümsüz kıldığı alanlardan biri olan Sanatın Evrensel doruk noktalarındandır.
Tinin kendini bildiği ve ölümsüz olduğu başka bir alan olan Din’in ilham ettiği bengilik ve güzellik duygularıyla bütünleşir…
2 Mahmut Dede Efendi’nin Ferahfeza ayinini dinlemek için hasat yatağından kalkıp Mevlevihaneye gelmiş ve adeta iyileştim demiştir.
Mevlevi ayinleri sırasında Hüzzam makamında olanın ayrı bir önemi vardır.
1833 yılında bestelene bu ayini , Dede Efendi tamamlamadan Mevlevihane’ye götürüp okutmuştur.
gerçektende ayinin 1.selamı harikadır.
‘’ Tümah’ı acibki misli nedari’’ mısraından ‘’ Pey-i dilrubayı çüş ir-i şikari ‘’
Mısraına geçilirken makam birdenbire Hüzzamdan,şedaraban’a döner.
geçiş çok etkileyici ve güzeldir.Daha sonra Sadettin Arel  bu geçişten çok etkilenmiş, Hüzzamla başlayan şedaraban’la sona eren Lale gül adını verdiği bir makam düzenlemiştir.
 500’den fazla eserinin ancak 267’si günümüze ulaşabilen dede Efendi  17,yüzyılda Barok,rokoko, ve şark etkilerinin bir araya gelişiyle Klasik dönemini yaşayan Türk müziğinin son klasik dönemini oluştururur.Dedenin eserlerinde bütün büyük sanatçılarda olduğu gibi , kendinden öncekinin bir özeti  ve zirvesi olmanın yanında,kendinden sonraki değişimleri  ve yenilikleri besteleyecek gizlilik bulunur.
Hoca’nın ölümünden  sonra öğrencileri Dellalzade İsmail Efendi ve Zekai dede Efendi  klasiği sürdürmüştür.fakat Hacı Arif (dede’nin öğrencilerinden biridir)  ve Rahmi beylerin en güzel örneklerini verdiği Romantik dönem başlamıştır.
Müsiki  terminolojisini bırakıp Hegel’e dönecek olursak, hem biçimin ve içeriğin saltık birliği üzerinde yükselen  Klasik Sanata  hem de dışsal görünümün ve içselliğin klasik birliğini eriten ve kendisine dönen romantik sanata müzik alanında harika örnekler bırakan Dede Efendi , hiç şüphesiz Evrensel bir değerdir.
‘’ Çok insan anlayamaz eski musikimizden ve ondan anlamayan bir şey anlamaz bizden ‘’
Y . Kemal Beyatlı
Saygılar,