Birkaç gündür aklımdaki konuyla ilgili yazmakla yazmamak arasında gidip gidip geliyorum değerli okuyucular. Siyaset denilen büyük ve yalanlarla dolu dünya kendimi bildim bileli hoşlanmadığım bir alan olmakla birlikte ne yazıkki hayatlarımızı büyük ölçüde şekillendirmekte. Nereden başlayayım söze ne diyeyim bilmiyorum, son zamanlarda canım ülkemde olanlarla ilgili… Tire’de geçimini sağlamaya çalışan bir çok esnaftan bir tanesiyim malumunuz. Dürüst ve ahlaklı bir şekilde ticaretimizi yürütmeye çalışıyoruz. Vergimizi ödüyoruz, kimseyi kandırmıyoruz. Ancak başımızdakilerin bizlerle aynı hassasiyeti paylaşmadığına inanıyorum bu aralar bir hayli. Vergi adı altında vatandaşı söğüşleyerek ülkeyi yönetme biçimi beni bu ülkenin sade bir vatandaşı olarak bir hayli üzmekte. Durum o denli vahim ancak kimsenin sesinin çıktığı yok. Geçtiğimiz gün haberlerde ülkenin hazine gelirinin %57 sinin toplanan vergilerden sağlandığını duyduğumda canım iyice sıkıldı. Eleştrim ne şu partiye ne bu kişiye. Benim olayın bu ülkenin ne yazıkki yıllardır “adam gibi yönetilememe” biçimi… Ancak 10 yıldır anlayamadığım bir biçimde oylarını katlayarak iktidarda olan bir parti üçüncü kez iktidar olmanında verdiği rahatlık ve vurdumduymazlıkla tabiri caizse tam anlamıyla kafasına göre at koşturmakta. Kafa karıştırıcı oranlarla sizi sıkmak istemiyorum ancak ülkede ticari ve normal hayata neredeyse kene gibi bir etki yapan vergi oranları asıl ürün fiyatlarını geçmiş bir durumda. O kadar fazla vergi çeşidi ve oranı varki insan akıl tutulması yaşıyor. Merak eden arkadaşlar için buraya linki koyuyorum inceleyebilirler.http://www.gib.gov.tr/index.php?id=405

Yüzlerce ürün ve sektör sayılabilir ama bunların en başlıcası akaryakıt. Akaryakıtta rafineri çıkış fiyatının yüzde 219 fazlasına satılıyor. Yani dışarıda savaş çıktı koy zammı. Petrol fiyatları arttı koy zammı. Dolar fırladı koy zammı… sıfır virgül bilmem kaçlık indirimi bazen görüyoruz ama çok geçmeden fazlasıyla yine ekleniyor fiyat. Yaşım çok küçükken akaryakıta gelen zammın beni etkilemediğini düşünürdüm. Akıl kemale erdikten sonra farkettim ki elimdeki gofretin, evimize alınan ekmeğin bile bu zam sebebiyle pahalandığını… Uzun  lafın kısası herkesin de bildiği üzere dünyadaki en pahalı akaryakıtı tüketiyoruz… Daha da ne söyleyebilirim bilmiyorum. 3 gün önce devletimiz elektriğe yaptıkları zam yetmiyormuş gibi yine bir balans ayarı yaptı ekonomiye. Zamları vanasından oynadı oranları değiştirerek. Zira bundan bir kaç ay evvel Libya’daki adını, tipini bile bilmediğim muhaliflere hibe edilen 150 milyon Amerikan Dolarını nereden bulacaklar.Alın size kaynak. Koyun yeni zammı olsun bitsin. Zam lafınıda kullanmaz oldular bu ara ona gülüyorum. Fiyatlarda düzenleme yapmışlarmış… Otomatik fiyatlandırma diye bir cümle de kuruyorlar arada. Yani bu resmen vatandaşın zekasıyla alay etmektir. Sanki orada bir makine var bu zatların kontrolleri dışında canı sıkıldıkça otomatik zam yapıyor. Yazık ki ne yazık. Sonra Başbakanımız insanlarla şaka yapar gibi çıkıp diyebiliyorki  ”Kardeşim sigarayı içmezsin, olur biter. Alkolü daha az tüketirsin olur biter. Kalkıp da Porsche kullanacağına Fiat’a bin. Biraz daha düşür harcamayı” Yani sigarayı filan savunmuyorum keşke hiç kimse bu illeti kullanmasa ama sen vatandaşı kahret, geçim derdine düşür, kafasında yatağa yatınca yarın çocuğuna veremeyeceği simit parasını düşünür hale getir sonra sigarayı içmezsin olur biter. Ah sayın başbakanım bilmiyorsun ki herkes sizin gibi altın çilekle beslenmiyor. Alkol konusunda ise sizin bakış açınız biliniyor bu sebeple ben hiç girmek istemiyorum. Dubai de insanlar altın kaplama araçlarla gezerken. Ve devlet vatandaşının rahatı için elinden geleni yaparken siz bize beşinci sınıf araçları layık görün. Vallahi kırıldım… Ya da niye kırılayımki devletimiz bize onu layık görmüş benim ne haddime. Yarın siz bu zihnyetle buzdolabı lüks tüketim tel dolaplar neyinize yetmiyor bile derseniz şaşırmam. Şükür durumumuza karnımızı doyuruyoruz. Ama bana gecenin 03 ünde bu yazıyı yazdıran şeyse asgari ücret denilen komik rakamla 4 çocuklu evine ekmek götüremeyen insanlara duyduğum üzüntüdür. Birileri de buna duygu sömürüsü yapıyormuşum eleştrisi yapabilir. Ama yapanın Allah belasını versin… Afrikada çocuklar ölüyorlar açlıktan. Devletimiz tam kadro orada göz yaşı döküyor. Bizim ülkemizde de çocuklar tok sayılmaz, pek azı müstesna. Şimdi sorarım devlet nerede? Eğitim, sağlık, adalet parasızdı hani sonra? Parası olanın daha iyi eğitim aldığı bir ülkede yaşıyoruz. Hasbelkader yolumuz hastaneye düşse, katkı payı, döner sermaye vs. adı altında bir enjeksiyona bile 5-10 TL para alınıyor. Doktorlarımızın bir çoğu bir maaş devletten bir maaşta bana göre illegal bir şekilde dükkan gibi döndürülen hastanenin döner sermayesinden alıyor. Ve buna kimse bir şey diyemiyor. Adalet parasızdı bir tek onu da tam yaptılar oldu. Artık öyle fakir fakir gidip dava açamazsınız kıymetli arkadaşlar. Dava açmadan önce bütün masrafları ve harçları ödemeniz gerekiyor. Yani artık adaletten de parası olan yararlanabilecek. Örneklemek gerekirse geçtiğimiz yıl binlerce emekliden haksız ve adaletsiz bir şekilde bir dernek tarafından çalınan 10 TL gibi bir rakamı geri alabilmek için bile misli kadar lira para yatırıp hakkınızı arayabilirsiniz. O da yoksa geçmiş olsun dolandırıldığınızla kalıyorsunuz. Yok size adalet filan, oturun oturduğunuz yerde. Hergün şehit haberleri alıyoruz koparılmaya çalışılan parçamız olan Güneydoğumuzdan. Büyük şehirlerimizde bombalar patlıyor. Sanki işsizlik son bulmuş gibi, açlık, terör bitmiş, ekonomi düzelmiş gibi, asgari ücret 1500 lira olmuş gibi. Öğretmen ve memur maaşları vazife başında sadece vazifelerini düşünmeye yetecek bir rakama yükselmiş gibi de bir diğer taraftan Anayasayı tartışıyor bu ülke. Vatandaşın gözü boyanıyor. Önce iş önce aş lazım bireylere zira, yoksa sözde kalan bir demokratik hukuk devleti değil kıymetli dostlar. Öte yandan aklıma bir hikaye geldi aniden.
Asırlar önce güney amerikaya ispanyollar ayak basar. Karşılaştıkları yerli halk ilkel ve yabanidir onlara göre. Ateşli silahları ve tüm güçleriyle yerlileri yoketmeye başlarlar. Büyük sıkıntılara sebep olurlar. Zaten kaybedecek hiç bir şeyi olmayan yerliler ne pahasına olursa olsun ispanyollara karşı savaşarak onları defederler. Ardından gelen portekizliler ise daha ılımlıdırlar. Yerlilere ayna, tarak, kapkaçak gibi o dönemin teknolojik aletleriyle hediyeler sunarlar. Ve onlar hediyeleri sevdikçe, beğendikçe yenileri gelir. Yerlilere kaybedecekleri bir şeyler sunan portekizliler, kendilerinin gitmesi halinde faydalandıkları nimetlerden mahrum olacağını düşünen yerliler tarafından kabul görür ve başlangıçtan çok daha fazla kabul görür. Ancak göremedikleri şey içince bulundukları toprakların ayaklarının altından çekildiği gerçeğidir. Bugün bile brezilyada bu sebepten ispanyolca değil, portekizce konuşulur. Şimdi ben Ak Partiye oy verenleri eleştiremiyorum. Eleştiremem de. Zira Ak Parti onyıllardır insanlara kaybedecekleri şeyler vermeyen diğer hükümetlerin aksine AKP ’nin gitmesi halinde mahrum kalacakları şeyleri verdi. Çocuğuna kitap almakta zorlanan babaya ders kitabı. Başörtüsü, türban ya da adına ne derseniz onunla üniversiteye giremeyen çocuğa o özgürlüğü, hastalık hastası olmuş milletimize güzel güzel hastaneler, bolca ambulans hizmeti, Jeep alamayan hanım ablalara kolaylıklar. Esnafa vergi taksitlendirmesi. Davosta sert duruş, süslü cümlelerle mazlumların arkasındayız imajı. Okşanan gururumuz. Daha aklıma gelmeyen bir sürü şey… Şimdi ise bir devlet memuru olmasına rağmen sakallarını inatla kesmemekte direnen ve mesaisini o şekilde sürdüren enerji bakanımızın Rusya’ya doğal fiyatlarını düşürün yoksa almayız haaa söylemleri. Ve ne yazıkki karşılığında almazsanız almayın cevabı. Gülüyorum sadece. Ve büyük şehirlerde bu kış gelecek meşe odunu kalınlığındaki doğal gaz faturalarına sahip insanlara acıyorum. Demedi demeyin bugün yarın ona da iyi bir zam bekliyorum. Petrolümüzü (olduğuna kesinlikle inanıyorum) çıkaramamışız, ağır sanayi hamlesini yapamamışız. Dünya devi şirketlerin montaj atelyesi olmaktan öteye gidememişiz. Bor madeninin tonunu 10 USD’den Almanya’ya satıp
Kg fiyatını 1500 Usd den alır hale gelmişiz. 88 yıldır kendi otomobilimizi, uçağımızı, traktörümüzü yapamamışız. 1945 yılında 2 tane atom bombası atılan japonyanın aksine çocuklarımızı alıp onların hiroshima ve nagasakiye götürdüğü gibi  ilkokulda çanakkele’ye götürüp orada yazılan destanı anlatamamışız. 30 yıldır bir avuç teröristi temizleyememiş topumuzla tüfeğimizle.Hergün mütemadiyen analar ağlıyor. Şimdi ben ne yazayım ne anlatayım daha… Bu da siyaset üzerinde internet ortamında yayımladığım ilk ve son yazımdır. Bir sabah kapım çalınıp silivri yolları görünmezse tekrar görüşmek üzere… Hayaldi, gerçek oldu tüm yaşadıklarımız. Tekrar hayal olması ve hep öyle kalması dileklerimle saygılar sunuyorum…