Şehirleri kaybetmek…
İlk bakışta “siyasi” hatta biraz da aktüel görünebilir.
Biraz öyle..
Son günlerin gündemdeki konusu üzerine farklı bir pencereden değerlendirme yapmak istedim.
Gözlerinizi biran için kapatın..
Maziye bir seyahat için.
Selçuklunun muhteşem devlet adamı Sultan Alaeddin bugün gelseydi..
Onu Konya’nın meşhur Meram tepesine  çıkartıp şöyle şehre bir nazar etmesini isteseydik..
Yada Osmanlı’nın kurucusu Osman Gazi’ye Bursa çekirge üzerinden ovayı gösterseydik…
Hadi biraz daha uzatalım bu seyahatimizi..
İkinci Murat Edirne’ye kuşbakışı bir nazar etseydi…
Ahi şehri Ankara’ya Ankara kalesinden Hacı Bayram veli bir bakış atsaydı…
Kostantinepolisi fethederek “o kutlu komutan!” muştusuna masadak olan Fatih’in yedi tepeden İstanbul’u temaşa etmesini isteseydik…
Acaba ne olurdu?
“Aferin benim torunlarıma.. Hıristiyan aleminin şehirlerini nasılda kadim İslam medeniyeti kalıbına dökmüşler. Taşa, ağaca, mermere O medeniyetin nakışlarını ilmik ilmik işlemişler “ mi derlerdi…
Yoksa…
“Tuh size… Bizim mirasımıza böyle mi sahip çıkacaktınız mirasyedi torunlar” hitaplarına mı muhatap olurduk…
Bu soruların cevaplarını muhteşem kadim İslam medeniyetinin kurucusu ve şehirleri dönüştürerek farklı kalıplar oluşturan nesillerin belediye başkanlığı makamında oturanlar verecek elbette…
Ancak bizim söyleyeceğimiz “Şehirleri kaybetmek nesilleri kaybetmektir”
Kanalizasyon,su,yol yapımından önce gelir o şehre verilen kültürel kimlik..
Sahi giderek kapitalizmin ağır kuşatması altında kaybettiğimiz şehirlerimizi hiç düşündünüz mü?
Şehri nasıl kaybettik…
Ne zaman başladı bu kaybediş?
Bu kaybedişin sorumlusu kimlerdir?
Ruhumuzun aynası şehirlerin giderek sırları dökülen birbirinden farksız cam parçalarına nasıl dönüştüğü üzerinde kafa yordunuz mu?