Merhaba, uzun yıllar gözlük kullanmış ve dört aydan bu yana kullanmamakta olan bendenizin hikâyesini paylaşacağım sizlerle…

Fazla televizyon izlemekten, uzun süreli bilgisayar kullanımından, dış etkenlerden ya da genetik sebepler yüzünden bozuluyor gözlerimiz bilemiyorum. Bense günün birinde uzaktaki nesneleri seçememe, yazıları okuyamama gibi şikâyetlerden dolayı gözlüklü hayata adımımı attım…  İlk gözlüğü muayene sonrası alıp taktığım gün dün gibi aklımdadır. O yaşa kadar başkalarının yüzünde görmeye alışık olduğum o araç şimdi bendeydi. Bulanık olan görüşüm gözlükle düzelmesine rağmen günlerce yadırgadım. Takamadım. Başım döndü vesaire… Ancak bir an geldi ki kaçacak yer kalmadı. Görebilmek adına soğukta yüzünüze yapışan, sıcakta canınızdan bezdiren nesne gözümdeydi artık…


Daha net görebilmek adına katlandığım konular sıraya girmişti.

Yağmurlu havalarda dışarı çıkınca aklıma acayip buluşlar geldi hep. Görüşü kısıtlayan su damlalarına sinir olup silecek yapmak gibi. Kış aylarında üşüdüğümde bere takmak işkenceydi. Kulaklara oturan sapları canımı ne yakardı anlatamam. Öyle kar maskesi filan hiç geçemezdi aklımdan zaten.  Motosiklet kullanırken kask sorundu. Buğu camı buğu yapmasa gözlük kesin yapardı. Yaz aylarında terle birlikte sürekli gözümden kayan en canım aracı koli bandıyla kafama yapıştırasım gelirdi. Gece yatarken nereye bıraksam da kırılmasın diye düşünür, sabah kalkınca nereye bırakmıştım bu gözlüğü diye kısık gözlerle arardım. Bazen kaza olur üstüne oturur, basar olmadık zamanda en kötü yüz, iki yüz lira yenisine verirdim…  Lens fiyatlarına, kullanımındaki zorluklara ise girmiyorum hiç… Bu yazdıklarımı da gözlüklü dostlar anlar, gözlüksüzler güler muhtemelen. Bunu da biliyorum…

Aradan yıllar geçti. Kaderimize razı yaşıyorken geçtiğimiz ağustos ayında sevgili eşimin telkinleri, tavsiyeleri ve yönlendirmeleriyle bir operasyon geçirdim. Yazımda anlatmak istediğim asıl husus bu aslında. Gözlükle yaz macerama devam ederken İstanbul’da bir hastanede aile dostu hekim ağabeyimizin yanına ziyarete gittik.  Olur mu? Olmaz mı? Derken kontrol ve tetkiklerin neticesinde “numara sıfırlama” denilen lazer operasyonuna uygun olduğumu tespit ettiler.  Detayları aktarmak isterim bunu düşünüp de merak edenler için. Sabah gittiğim hastanede yaklaşık üç saat dört, beş cihazla inceledi doktor gözümü. Bir tanesi göz tansiyonu, bir tanesi detaylı inceleme, diğeri numara tespiti vs. Kornea kalınlığı, damar yapısı vs. gibi kriterlere bakılıyormuş aklımda kaldığı kadarıyla. Ve bütün samimiyetimle ifade etmek isterim ki hiç biri canımı yakmadı. Ameliyat için geçer not alan gözlerim ve ben el ele tutuşup öğleden operasyona girdik. Hemşireden, doktora, daha önce bu ameliyatı olmuş kişilere dek kime sorduysam süreci herkesten tek bir cevap alıyordum. “Acımayacak” Kandırılan sünnet çocuğu gibi hissetmeye başladım… Bense bu yazıyı bu yüzden yazıyorum tüm detaylarıyla aklımda kaldığı kadar. Endişe eden etmesin, merak eden merakını gidersin diye…

Neyse uzatmayayım ameliyathanenin kapısına geldiğimde görevli kişi kısa bir bilgi verdi. Ameliyat için önlük giymeyi ya da kendi  kıyafetlerimle girebileceğimi söyledi. Ben tabi kendi kıyafetlerimle girmeyi tercih ettim. Zaten gergindim daha da gerilmeye gerek yoktu zira. İçeri girdiğimde yanlamasına yatırılmış geniş bir buzdolabını andıran cihaz tüm heybetiyle oradaydı. Hemen uç kısmında ise tümüyle yatırılmış dişçi koltuğu.( Ya da burayı değiştiriyorum. Kuaför koltuğu diyeyim gergin okuyucularımız rahatlasın !!! ) Doktor koltuğa uzanmamı ve rahatlamamı söyledi. Ne demek. Acayip rahatım zaten… Uzanıp ellerimi cebime koydum yanlışlıkla bir yere dokunur bozarız milyon dolarlık makineyi neme lazım…  Neyse geldik operasyona…

Gözlerimin hemen üzerinde bulunan kısımda beyaz bir ışık halkası ve ortasında ise kırmızı bulanık bir ışık.  Başlıyoruz dedi hoca. Bismillah… Önce su olduğunu düşündüğüm bir solüsyonla yıkadı hemen gözümün yanına kadar gelen boru yardımıyla. Ardından damlattığı ilaçla gözüm artık benim değil Alptekin hocamındı… Göz kırpmasını engellemek için taktığı klipsler her ne kadar burada işkencevari bir işlem gibi görünse de inanın hiçbir suretle can yakmıyor. Zira lokal anestezik etkiyle her şey duyuyor, görüyor fakat acı duymuyorsunuz… Herhangi bir kokuya karşı hassasiyetimin olup olmadığını soran doktor bey benden hayır yanıtını aldıktan sonra kısa bir uyarıda bulundu. Gözümü oynatmadan kırmızı ışığa bakmamı söyledikten sonra makine MR cihazının sesine benzer bir sesle çalıştı. Bilmeyenler için “tak tak tak tak” gibi bir ses… O saniye gözümde bir gıdıklanma hissi ve hemen göz kenarında bulunan borudan çekilen yanık kokusu duydum… Koku hassasiyeti sorusu bu yüzdenmiş demekki…  Ardından şeffaf bir lens, birkaç damla ilaç ve geçmiş olsun… Diğer göz için de aynı işlemler ve ben ameliyathane de toplam 8 dakika kaldım… Işığa karşı hassaslaştı gözlerim ve Türk filimlerindeki gibi “görüyoruummm” diye bağıramadım. Çünkü heryer bulanıktı. Her şey olması gerektiği gibi olmuştu ama ameliyattan sonra görüşün netleşeceğini tam olarak kimseden işitememiştim. Bolca “acımayacak” duymuştum ama bunu pek söyleyen olmamıştı… Eve geldik… O gün gözlerimi kimse söylememesine rağmen kapalı tutmayı tercih ettim. Göz bandı gibi bir şeyle uyudum. Yiyip içmenin, kendi başına tuvalete gidebilmenin aslında günlük hayatta ne büyük şükür sebebi olduğunu anladım. Hayatında hiç göremeyen dostları hatırladım… Karanlığın içinde çok şey düşündüm… Ertesi gün olduğunda ise kafama sardığım bandın altından ışığa karşı kaçamaklar yapmaya başladım. Derken bir ertesi gün, derken bir ertesi… Üçüncü günün sonunda gözümdeki batma hissi rahatsız etmeye başladı. Bu niyedir diye düşünürken bandaj mantığıyla gözüme konmuş olan lensler geldi aklıma… Hastanedeki bir muayeneden sonra onlardan da kurtuldum. İnanılmaz bir rahatlamaydı…  1 ay kadar üçe yakın damla kullandım. Günler geçti…  Olmadı mı filan diye düşünürken geçtiğimiz gün uzaktaki bir yazıyı şahin gibi okuduğumu fark ettim. Ve tamam dedim yazımızı yazma vaktimiz geldi. Zira bu yazıyı yazmadan önce emin olmak istedim. Artık eminim… 

Konuyu toparlayacak olursam. Artık istediğim şapkayı, bereyi, kar maskesini filan giyebiliyorum. Ameliyattan hemen sonra o güne kadar beğendiğim fakat numaralı cam takılamadığı için alamadığım güneş gözlüğünü aldım. Motosiklet kullanırken bir tören haline gelen kask, gözlük takma merasimi kısa bir ritüele dönüştü. Geceleri kuytu gözlük yerleri arama derdi, sabahları yarasa gibi kısık gözlerle “nerede bu gözlük acaba” lar bitti… İş yaparken koruyucu gözlüğü daha aktif kullanmanın mutluluğu, iki de bir ıslanan görüşe mani olan yağmur damlaları bitti… Daha çok şey sayabilinir fakat benim bu kadarı geliyor aklıma…

İnsan aklının geldiği bu nokta da böyle bir cihaz hayatımı ne kadar değiştirdi. Ve tabi onu kullanan o mübarek eller… Çok araştırmadım ama muhtemelen ecnebi icadıdır. Dilerim cennetin en güzel köşesinde oturur mucidi…  Ve dilerim insanlık yok etmeye kullandığı zekâyı ve dehayı yaşatmak adına kullanır. Böyle diş tedavi yöntemleri, böyle kanser tedavi çözümleri… Önceki zamanlarda 30-50 sene olan insan ömrünün 150 leri zorlayacağı zamanları da görmek ümidiyle…  Yeni yılınızı kutlar ve güzelliklerle rastlamanızı dilerim…