Tire’nin en acıklı efsanelerinden biri olan Kanlı Pelit Efsanesi’ni, Tireli eğitimci Yılmaz Göçmen, HaberTire için anlattı.

 

Ercan ÇELİK

HABER VİDEOSU EN ALT KISIMDA

HaberTire Gazetesi Genel Koordinatörü Ergün Çelik’in yönetmenliğini üstlendiği internet belgesel serisi için kamera karşısına geçen Yılmaz Göçmen, Kanlı Pelit Efsanesi’ni anlattı. “Bizden Efsaneler” isimli bir kitapta Tire’nin ve bölgenin efsanelerini toplayan Göçmen’in anlatımları bundan sonra her hafta www.habertire.com adresinde yayında olacak.  Her bir köşesi çeşitli efsanelerle yüklü olan Tire’de her hafta farklı noktalarda farklı efsanelerin anlatımını yapacak olan Yılmaz Göçmen, Kanlı Pelit Efsanesi’ni şu şekilde anlatıyor;

 

KANLI PELİT EFSANESİ

“Yüzyıllarca önce idi. Tire de anlı şanlı  bir bey ve o beyin güzelliği dillere destan bir kızı vardı. O güzeller güzelinin güzelliği adeta ruhuna da yansımıştı. Hanım mı hanım, zarif mi zarif, iyiliksever mi iyiliksever bir hatun kişi idi.

O yıllarda o civarlarda yaşayan Hak Aşığı bir genç gezgin, bir gün şehir pazarında gezerken beyin kızıyla karşılaştı. İkisi aynı anda göz göze geldiler. Nasıl olduysa oldu, orası pek bilinmiyor, hani atalarımızın ‘At ayağından öfke, aşık gönlünden yufka olur’ derler ya  işte aynen öyle, bu gezgin Hak Aşığı da bey kızını görür görmez vuruldu. Vurulma ki ne vurulma? Hem de nasıl vurulma? Gözü başka bir şeyi görmez, dili başka bir şey söylemez oldu. “Bey Kızı” da, “Bey Kızı” demeye başladı.

Tabii, Bey bu işi esen yelden, coşkun akan selden velhasıl uçan kuştan öğrendi. Ve gördü ki, kızının da gönlü delikanlıdaydı. Kızı da Hak Aşığı genci gizliden gizliye seviyordu. Eh, Beyden cümle alem korkmaktaydı. Kızı mı korkmayacaktı? O herkesten daha çok korkardı. Çünkü babasının en yakınında olan oydu.

Korku bir kişinin yüreğine girmeye görsün, oyar da oyar, eritir de eritir, kezzap misali. ”Ben işsiz,güçsüz bir garip gence kız vermem” diyen babasının sözlerini de duymuştu. O güzeller güzeli Bey Kızı bu sevda yüzünden, hastalar oldu.

Babası Bey ya... Kızının tedavisi için hekimlerin, aktarların biri geldi, bini gitti, ama kızın hastalığına bir çare bulunamadı.

Bir gün, şehrin sokaklarında bir yaşlı derviş belirdi. Boynu büküktü. İnsanlara sevgi ile bakmaktaydı. Kızın hastalığını duyunca, varıp bey’in konağının kapısına dayandı. Çaredir diye içeri aldılar, doğruca kızın yanına götürdüler. Derviş, kızı iyice muayene etti, ve Bey’e, “Beyim kızın sevdalı, tedavisi için, Hindistan’ın Serendip Dağları’nda nadir olarak yetişen güllerden birinin yapraklarını kaynatıp içirirseniz iyileştirebilirsiniz” dedi. Bunun üzerine Bey, “Bu gül nasıl bir güldür?” diye sordu.  Yaşlı Derviş ‘Hz. Adem cennetten çıkarılırken  beraberinde getirdiği güllerdir bu güller. Ancak bu güllerin yaprağını kaynatıp içirirseniz kızınız iyileşebilir. Sözüme güven, sözünün eri ol! Pelit ağacına yazılı kaderden kork” dedi. Dedi ve geldiği gibi sessizce kaybolup gitti.

Bunun üzerine Bey, her yöne haberciler çıkardı,  kızını  iyileştirecek olana ne isterse vereceğini duyurdu.

Bu haberi duyan Hak Aşığı genç, tam 3 ay, gece gündüz, Yüce Allah’a yalvardı. “Rabbim!, Ben bir garip kulum, bana yardımını esirgeme. İşte ellerim, senin huzurundadır, bu niyazımı onun için yaptığımı biliyorsun. Ona şifa ver, onun ihtiyacını bana gönder. Bilerek, isteyerek kimseye kötülük etmedim. Her insana sendendir diyerek sevgi duydum ve yardımına koştum. Sen de bana yardımını esirgeme Rabbim, bana ihtiyacımı gönder, gerekirse benim kuşcuk canımı al;” diyerek dualar etti.

3 ay boyunca bu dua ve niyazlar günlerin gecelere, gecelerin günlere karışması ve zaman ile mekanın ortadan kalkmasına kadar uzadı.

3 ayın sonunda bir gece Hak Aşığı genç, odasında dua ve niyazlarda iken, evinin kapısı çalındı.Genç, ”hayırolsun” diyerek sokak kapısını açtı. Kapıda iki derviş  duruyordu. Ellerinde bir demet gül vardı.

 “Biz, gayp aleminden geliyoruz. Birlikte iki rekat namaz kılacağız. Geç önümüze ve bize imamlık yap. Namazımızı kıldır.” Dediler. Genç; ”Ben hayatımda hiç imamlık yapmadım, size nasıl imamlık yapabilirim? ‘’ diye sordu. Bunun üzerine gayp aleminden gelenler ‘’seni, imamette görmek istiyoruz, çünkü gülleri teslim edeceğimiz kişiden tam emin olmamız gerekmektedir.’’ Dediler. Genç imamete geçti. Birlikte namaz kıldılar. Namaz, namaz mıydı ya? Zaman yoktu, mekan yoktu ve yer ile gök adeta birbirine karışmıştı. İki rekat denen namazın ne kadar sürdüğünü kimse bilemedi...

Namazdan sonra gayp aleminden gelen dervişler getirdikleri gülleri Hak Aşığı gence bırakarak geldikleri gibi gittiler.

Hak Aşığı genç gülleri yanına alarak doğruca Bey’in konağına gitti. Genç, “ bu karda, kışta bana Serendip Dağları’ndan gülleri getirdiler. Kızını iyileştirirsem, onu bana eş olarak verir misin? Bana söz vermeni istiyorum “ dedi. Bey,  “sen işini yap, kızımın iyileştiğini göreyim, sana istediğini vereceğim,söz” diye cevap verdi. Genç gül yapraklarını kaynattı. Suyunu ağır hasta yatan genç kıza damla damla içirdi.Bir taraftan gülsuyunu içirirken diğer yandan;Yüce Allaha; ”Allahım”diyordu;”Bu kulunu yaratan sensin, bedenini saran sensin, ovan sensin, yaralarını tımar edecek olan da sensin öyleyse hastanı diriltmek  sana  ait,  bana değil..” diyordu.

Tedavi bir kaç gün sürdü. Bir kaç gün sonra kız iyileşerek ayağa kalktı. Konakta herkes çok mutlu olmuştu. Bey; Hak Aşığı gence,  ”Ben sözümün eriyim, var git düğün hazırlıklarını yap, artık kızım senin  helalindir.” dedi...

İki tarafta düğün hazırlıklarına başladılar. Ancak güzele bakanların bazılarının gönlünde fesatlıklar olur. Fesatlığı baskın gelenler, gençlerin bu sevdasını çekemediler. Özellikle Hak Aşığı genci kıskananlardan bazıları düğünden  bir gün önce, çarşamba gecesi delikanlının önüne çıktı. Onu kapıp kaldırarak bugünkü Toptepe’nin eteğinde bulunan Ulu Pelit Ağacının altına götürdüler ve orada öldürdüler, öldürdükten sonra onu ulu pelit ağacının bir dalına astılar.

Sabahleyin Hak                Aşığı gencin cesedini ağacın dalında asılı olarak görenler hemen Bey’e haber uçurdular. Sevdiği gencin ölüm haberini alan Bey kızı da ağacın altına geldi. Gencin cesedini görünce büyük bir acıyla gözyaşlarına boğuldu. Saatler, günler süren bu göz yaşları adeta göz pınarlarını kuruttu. Kızın gözlerinden yaş yerine kan gelmeye başladı. Onun bu haline dayanamayan pelit ağacı  da ağlamaya başladı ve  bir dalından kanlı suların akmaya başladığı görüldü.

Yüzyıllardır o gün bugündür, her Perşembe günü, ulu pelit ağacının bir dalındaki iki gözeden kanlı sular akmaktadır. 

İnsanlarımız; “bu sevda o kadar büyük olmasaydı, yüzyıllardır süğlüm süğlüm salınan Ulu Pelit ağacı, sevdalı gencin asıldığı gün olan Perşembe günleri, hala kanlı gözyaşı döker miydi? Ulu pelit ağacının her dalının ucunda, ellerin parmakları gibi göğe açılan binlerce pelit  o iki genç aşık için, o büyük sevda için,  adeta duadadır.” demektedirler.

Bugün Toptepenin eteklerinde bulunan ulu pelit ağacının adı ‘’Kanlı Pelit (Kanlı Kavak)’ ağacı diye bilinir. Semtin adı: Kanlı Kavak’ tır. Ulu pelit ağacı ise iki gencin sevdası için, yaklaşık yedi yüz yıldır hala her Perşembe günü kanlı gözyaşını dökmeye devam etmektedir.”

HABER VİDEOSU:


Editör: Haber Merkezi