Kimine göre ayyaş, aklı eksik bir divâne. Kimine göre çağdaşlarına ayak uyduramayacak kadar zeki. Bir hiciv ustası… 
Çok sevdiği ATATÜRK’ü dışında kimseye minnet etmeyen, en ufak haksızlıkta - zorbalıkta veya yolsuzlukta argo ile dolu dizelerini sıralayan, Şiir’lerinde küfür edilenin bile hoşlanacağı şekilde olabildiğince edebi küfür eden, hayatı boyunca paraya pula önem vermeyen, tek derdi milletinin uygarlığı olan, kendine özgü; sıra dışı, keskin, küfürlü bir dil...
Gün, Neyzen Tevfik…
Yanından hiç eksik etmediği neyi,  dilden dile dolaşan Şiir’leri, nüktedanlığı ve fıkraları; ölçülere, tanımlara uymayan bir Usta Şair...
Hiç'liğin peşinde âlemleri gezen, rakıya ekmek doğrayan Neyzen, Ozan...
Bugün bir Neyzen öldü dostlar. Hem öyle böyle değil, “Neyzen” dendiğinde akla ilk gelen ve akla gelir gelmez çehrede tebessüm bırakan Neyzen Tevfik öldü bugün. 69 yıl önce bugün, 28 Ocak 1953’te, henüz 73 yaşında, İstanbul’da...
*****


Mezar taşında 1880 yazar ama kendi bir beyitinde belirttiğine göre; 24 Mart 1879 Pazartesi günü, Bodrum'da dünyaya geldi Tevfik Kolaylı. Evet, gerçek adı: Tevfik Kolaylı...
Rüştiye Mektebi öğretmenlerinden, Hasan Fehmi Efendi’nin oğludur. Babası Hasan Fehmi Efendi; musikiden anlayan, nüktedan ve sanatsever, Osmanlı’nın aydın düşünceli öğretmenlerindendi...
Şöyle anlatır Tevfik çocukluğunu:
“Yedi yaşında ya var, ya yoktum. Köyümüze saz şairleri gelmişti. O şairlerden; Kan Kalesi’ni, Kahraman Katil’i, Arzu ile Kanber’i, Tahir ile Zühre’yi, Leylâ ile Mecnun’u dinleyip, beyitleri ezberledim. Şiir, o zaman düştü yüreğime..."
Çocukluk arkadaşlarından Avram Galanti; Tevfik'in düdükler yapıp çalarak, civardaki çocukları etrafında topladığını ve ilham kaynağının deniz olduğunu anlatır...
*****
10’lu yaşlarının başında babası Urla’ya tayin olur. Urla'da babasıyla birlikte gittiği kahveye gelen dervişlerin üflediği ney dikkatini çeker. İlgisi günden güne artınca, ders almaya başlar...
14-15 yaşlarında, ilk sara nöbetini geçirir. Tevfik’in sağlık durumunun sarsılması ve neye merakı; öğrenimine engel olur düşüncesiyle, ailesi ney dersi almasına son verir. O yılların meşhur hekimi Pepo’ya, İstanbul'a götürülür…
Doktor, “Bu çocuk neye meraklı ise bırakınız, onunla meşgul olsun!” der...
Tekrar Urla’ya dönerler. Urla’ya varır varmaz sevincinden hemen şu mısrayı yazar:
“Kavuştu âşık-ı şeydâ, 
O yâr-ı cânâna yine!”
*****


Kardeşi Şefik Kolaylı, Tevfik’in çocukluğunu şöyle anlatır:
“Tevfik, henüz çocuk iken pehlivanlığa merak etti. Bu uğurda bir kolu kırıldı, biraz çarpık kaldı. Bu çarpıklığın ney üflemeye çok faydası olduğunu söylerdi. Boş gezenin boş kalfasıydı. Sara hastalığına tutuldu. Doktorlara baktırmak üzere, anamla beraber İstanbul’a gönderildi. Hastalığın hangi maddeden ileri geldiği anlaşıldı. Urla’ya gelince doktorun tavsiyesiyle babam O’nu ferah tuttu. Ama çok yaramaz olduğundan çok dayak yerdi...”
*****
İlk Şiir'i, 30 Nisan 1898 günü, Muktebes Dergisi’nde; "Urla Mekteb-i Rüştiyesi Muallim-i Evveli Hasan Efendi’nin mahdumu Tevfik" imzasıyla yayımlanır…
"Dilşikârim! Sen esir ettin dil-i nâşâdım!
Şivekârım! Levha-i hüsnün gönül sayyâdı mı?
Düştüğün günden beri gafletle hüsnün damına,
Eyledin eflâke i’lâ âhımı, feryâdımı!"


*****
İzmir İdadisi’ne girer, bitiremeden bırakmak zorunda kalır. Arapça, Farsça dersleri almaya başlar. Farkında değildir ama İzmir Mevlevihanesi’nde Şair Eşref, Tokadizade Şekip gibi aydınlar arasında, iyiden iyiye pişer...
İzmir yetmez artık Tevfik’e. İstanbul’a giderek, Galata ve Kasımpaşa Mevlevihaneleri’ne devam eder. Fatih Medresesi’nde öğrenim görse de, sıkılıp bırakır. Bektaşi tarikatına girerek, Sütlüce Tekkesi şeyhi Mümin Baba’ya bağlanır…
“Mey’de Bektaşi göründüm,
Ney’de oldum Mevlevi!
Meşrebim Molla-yi Rumi,
Mezhebim Bektaşî...”
Bu dönemde, başta Şair Mehmet Akif Ersoy olmak üzere; İbnül’emin Mahmut Kemal İnal, Tevfik Fikret, Ahmet Rasim, Hacı Arif Bey, Tanburi Cemil Bey ve Udi Nevres ile dost olur...
*****


Özgürlüğüne düşkündür ya. Boyunduruğa gelemez…
1905 yılında; Sultan Abdülhamit yönetimin baskısına dayanamaz, Mısır’a kaçar. Orada da yine Neyzen, Neyzen’dir. Tevfik'tir! Zaptiyelik olur, firar eder. Kahire’deki Bektaşi tekkesine sığınır. Gündüz tekke civarında gizlenir, akşam yatmaya gelir...
Şair Eşref’in çıkardığı Deccal Dergisi’nde yayımlanan ve 2. Abdülhamit’i yeren bir Şiir'i nedeniyle, gıyabında idama mahkûm edilir...
İkinci Meşrutiyet’in ilanıyla, tekrar İstanbul’a döner...
*****
1930’lu yıllarda; Vali ve Belediye Başkanı Muhiddin Üstündağ’ın girişimiyle, kendisine ekonomik destek olsun diye, Konservatuvar’da görevlendirilir. Ama hiç bir girişim, içkiye düşkünlüğünü engelleyemez. Alkol yüzünden sık sık akıl hastahanelerine yatırılır. Defalarca bırakır içkiyi, tekrar başlar. Zaman zaman kendisi gelir, yatar akıl hastanesine. Bu durumunu, "Tımara ve kalafata çekilmek" diye adlandırır...
Rakıya nasıl başladığını şöyle anlatır Neyzen:
“Çocukluk devrini geçmiş, delikanlılık çağına girmiştim. Baktım herkes rakı içiyor. Bunda ne var diye merak ettim. Misvakla dişlerini yıkayan, yün çorapla ayaklarının murdar kokusunu gidermek için, “Hacı yağı” süren hocanın; bıyıklarını “Sünnet-i seniye” tarifince kestiren hacının tiksindiği şeyde bir fenalık görmedim. Beni rakıya teşvik eden olmadı. Ben, ona hürmetle başladım, tazimle içtim. Bir zemzem gibi dudaklarıma değdirdim..."
*****


Bakırköy Akıl Hastanesi’nin bir koğuşu O'na ayrılır. İstediği zaman gelir, yatar, dinlenir ve çıkar gider. Yakın dostu Rahmi Duman, Neyzen'in akıl hastanesi günlerini şöyle anlatır:
“O'nu yakınen tanımak mazhariyetine 1932’de erdim. O tarihte genç bir asistan olarak; Bakırköy Akıl Hastanesi’ndeki, 18 numaralı serviste açmış olduğu, Şiir ve felsefe kürsüsünün hevesli ve usanmak, yılmak bilmeyen bir talebesi olmuştum...”
*****
Ve Neyzen Tevfik hakkında anlatılanlar...
Bakırköy Akıl Hastanesi Başhekimi Fahri Celal:
“O'nun kadar ahbabı çok olan bir kimse daha görmedim. Sanki mıknatıs gibi idi. Acayip maceralar, tuhaf vakalar, garip hadiseler O'nun etrafında dönerdi. Bütün hüviyetiyle, o işlerin içindeydi hep..."
Neyzen'in yanında 6 ay kadar kalan Fikret Muallâ mesela, “Biraz edebiyat bilgim ve zevkim varsa onu, Neyzen Tevfik’e borçluyum” der. Fikret Muallâ, Neyzen’e hep "Hocam" diye hitap ederdi...
Mina Urgan ise, "Bir Dinazorun Anıları" kitabında şunları yazar:
“Bana anlattığına göre; iradesini kullanır, kendi isteğiyle Bakırköy Akıl Hastanesine gidermiş. 'Başlayacak, beni hemen kapatın' dermiş ağlayarak. Hastanede O'nu kaç kez görmeye gittim. Bir kral muamelesi görürdü orada. O'na özel bir oda verilirdi, her isteği yerine getirilirdi. ‘Berber gelsin’ derdi, berber hemen gelirdi. ‘Başhekim gelsin’ derdi, Başhekim Fahri Celal hemen gelirdi...”
*****


Neyzen’in, "Niyetsiz oruç tutuyordum" şeklinde tarif ettiği gizlenme zamanlarının birinde, ağzında ekmek olan bir köpek gelir yanına. Neyzen, açlığın tesiriyle köpeğin ağzından ekmeği kapıverir. Fakat sonra dayanamaz ve ekmeğin yarısını köpeğe iade eder...
Neyzen ve Mernuş arasındaki dostluk böyle başlar. Neyzen Mısır’da iken parasız kaldığında, Mernuş adını verdiği bu köpeği satar. Köpek kısa bir süre sonra kaçarak Neyzen’e geri döner...
Durur mu Neyzen? Patlatır Şiir’i Mernuş’a:
"Bu engin ayrılık canıma yetti.
Başımdan aşıyor kederim Mernuş.
Bu yolda yazılmış fermanı kaza.
Bunu da gösterdi kaderim Mernuş...
Bağlanmıştım bütün kalbimle sana.
Şu fani cihanı okuttun bana.
Sen göçtükten sonra ben yana yana,
Hicranla gözyaşı dökerim Mernuş...
Bu yolda cahilim, bildiğim kısa.
Sen girdin toprağa, ben düştüm yasa.
Haklı haksız hatırını kırdımsa,
Affet günahımı, beşerim Mernuş..."
*****
69 yıl önce bugün, 30 Eylül 1952’de, bronşite yakalanır Neyzen Tevfik. Hastaneye yatırılır. 4 ay hasta yatar. Ve 74 yaşında, 28 Ocak 1953'te İstanbul’da, hayata gözlerini yumar...
Kimine göre ayyaş, aklı eksik bir divâne. Kimine göre çağdaşlarına ayak uyduramayacak kadar zeki. Bir hiciv ustası. Çok sevdiği ATATÜRK’ü dışında kimseye minnet etmeyen, en ufak haksızlıkta - zorbalıkta veya yolsuzlukta argo ile dolu dizelerini sıralayan, Şiir’lerinde küfür edilenin bile hoşlanacağı şekilde olabildiğince edebi küfür eden, hayatı boyunca paraya pula önem vermeyen, tek derdi milletinin uygarlığı olan, kendine özgü; sıra dışı, keskin, küfürlü bir dil...
Yanından hiç eksik etmediği neyi,  dilden dile dolaşan nükte ve fıkraları; ölçülere, tanımlara uymayan bir Usta Şair...
Hiç'liğin peşinde âlemleri gezen, rakıya ekmek doğrayan Neyzen, Ozan...
Neyzen Tevfik…
Beşiktaş'taki Sinan Paşa Camii'nde cenaze namazı kılınır. Civardaki cadde ve sokakları dolduran; profesörler, memurlar ve bazı ileri gelenlerin yanında, kendilerine çeki düzen vermeye çalışmış sarhoşlar ve sokak serserilerinden oluşan, büyük bir kalabalığın eşliğinde, Barbaros Bulvarı'ndan geçerek, Kartal Mezarlığı'na defnedilir Usta...
Hiç ölür mü koca Şair’ler? Yaşarlar Şiir’lerinde, dizelerinde. Oradan da küfür eder mi arsıza, puşta bilemem. Ama sanırım Şiir yazmaya devam ediyor. Küfürlü, küfürsüz alayına...
“Düşmedi elimden aşkın sazı.
Okunsun alnımdan çile kitabı.
Neyzen gibi günahkârın hesabı,
Mezara girmeden sorulmuş olsun…”
Ruhun şâd olsun Neyzen Tevfik Baba...
Anısına ve üretimlerine saygıyla...