“Annemmm ben geldim” dedi…
İçine hasreti, özlemi , yılları, acıyı sığdırmış iki mavi göz karşıladı bizi kapıda…Ellerini uzattı titriyordu…
“Annemmm” dedi bir daha…Kadın, içine çekercesine yaralarını sararcasına hasretine tuz basarcasına  kokladı…Yıllarına gömdüğü ne varsa onda buldu…
Gözlerini kapattı; 
“Oğlum eşin mi bu?” dedi,
“ Evet annem eşim”… beni de sardı kokladı, ama inatla açmadı o gözlerini, saçlarımı okşadı; “güzelmiş” dedi “çok güzelmiş”…
“Yavrunuz da var mı?” 
“Var anam! tam beş yaşında, 


“Yaşasaydı benim torunum da tam o yaşta olacaktı” dedi. Bacakları titredi ağırlığını bana verdi… 
 Elimdeki çiçeği verdim, diğer getirdiklerimize bakmadı bile “kırmızı gül” dedi…
Kaptı beni elimden bahçeye çıkardı: ”Bak” dedi, “bahçeme bak! hepsi yavrum, torunlarım bunlar benim, biliyorum yaşasaydı kesin kızlarından  birisine benim ismimi koyardı… Bak bu Ayşe” dedi, “bakma sen onun böyle arsız arsız durduğuna, bir dokun küser sana konuşmaz küstüm çiçeği  bu, lafa söze ellemeye gelmez…bak bak!  bu Emine benim adımı taşıyan, hani  kaderi  benzemesinde, güneşi gördümü bir şımarır ki sorma fazla sulamayacaksın ama… Bu mu? babaları ya! nasıl baktım ben ona;  ilk haberini aldım, haftasına diktim bu  gülü. Elime kaç kez battı dikenleri de koparıp atmadım toprağından yüreğimden.  Gözyaşlarımla suladım ben onu, yüreğimle sardım, kokusunda yavrumun kokusunu buldum; aynı onun vatana verdiği kanın rengi gibi kıpkırzmızı…
“ Anamm!!! Ağlama,  Allahım aldı evladını; o artık şehit, mekanı cennet , bundan sonra bu vatanın bütün yiğitleri senin evladın… Bak ben geldim kapına, ben giderim başka rütbeli gelir, o gider başka yiğit gelir,biz bitmeyiz anam evlatların bitmez…”
      Gözlerimizde yaşlar, elinde tek bir kırmızı gül karşısında yarısı açmış yarısı tomurcuğa durmuş gül ağacı, ağzında birtek cümle;  “siz sağolun evladım, vatan sağolsun”…
        Anam biz seni ağlatmaya değil, yaralarını sarmaya geldik. Anam biz senin hasretine derman olmaya geldik, anammm  senin evladının arkasında daha niceleri var demeye geldik, anam biz senin anneler gününü kutlamaya geldik…
          Kimi kapıda torunuyla, geride kalan evlatlarıyla karşıladı bizi, kimi yalnız evladının kokusunu bizde arayarak, hayal ederek, yaşasaydı gelini nasıl olurdularla, torunu bahçesinde nasıl koşardılarla... “Anne ben geldim” diye itse kapıyı, şöyle bir girse içeri bol köpüklü kahvesini aynı babası gibi höpürdete höpürdete içse, yine karşımda olsa, sarılsa boynuma, yine sıkıştırsam elimdeki avucumdaki paradan cebine, ihtiyacı olmasa da birkaç kuruşu, yine sarsam yaralarını yüreğime, analığımı tekrar tekrar yaşasam da unutsam her seneye sığdırdığım o acıyı…
            Buradan öncelikle şehit annelerimize, sonra da doğurmuş, doğuramamış, doğurduğunu bağrına basmış, doğurduğunu bağrına bile basamamış, doğurmadığını bile bağrına basmış, kendi anne olan, vicdanı anne olan, ruhu anne olan bütün kocaman yürekli kadınların ve bir evlada eşini kaybettiğini hissettirmeyen, anne gibi şefkatle sarılabilen adam gibi adamlara selam olsun, anneler günü kutlu olsun…
             Annem, “anne olunca anlarsın” demişti; evet yine doğru söylemiş annem, tam da anne olunca anladım herşeyi…Yavrun senin en yumuşak yanınmış, sabrının en son noktasıymış, hanları hamamları sana kurduranmış, bir nefesine dünyaları yıktıranmış, seni alıp çocukluğuna taşıyan yüreğini saranmış…
Annem! sana yaptığım ne varsa; kırdığım en sevdiğin porselen tabaklarının, un serptiğim halılarının, balkondan aşağı attığım soğanlarının, patateslerinin, oyuncak niyetine kullandığım tasın tavanın tencerenin, “anne bak sana resim yaptım” diye boyadığım her duvarın, yeni tarz yaratmak uğruna makasla kestiğim yeni elbisenin, karıştırdığım bütün çekmecelerin, sana bıkmadan usanmadan sorduğum ve senden cevap aldığım her sorunun, inatla uyumadığım gecelerin, kargaların bile kahvaltısını yapmadığı saatlerde uyanmalarımın bir bir öcü torunun tarafından alınmakta; yaptığım hiçbir şey yanıma kâr kalmamakta, merak etme… 
         Başımın tacı annem anneler günün kutlu olsun…SENİ SEVİYORUM…