Öyle bir ülkede yaşıyoruz ki gerçekleri araştırmak, öğrenmek yerine tuttuğumuz siyasal parti liderinin sözlerini gerçek kabul eder, bilinmeyenleri hiç sorgulamayız. Bunlardan biri de 27 Mayıs Devrimi. Devrim mi, darbe mi diye tartışılır. Ancak bu dönemde neler olmuş hiç kulak verilmez. Parti lideri darbe diyorsa darbedir.
27 Mayıs 1960'da ordunun yönetime el koyup demokrasiye darbe vurduğunu biliriz. Ancak DP hükümetinin bir yargı organı gibi davranarak CHP'nin mal varlığını hazineye kattırdığını bilmeyiz. DP hükümetinin CHP'ye oy veren Abama'yı köy, Adıyaman'ı Malatya'dan ayırıp il yapmasını, Cumhuriyetçi Millet Partisi’ne oy veren Kırşehir'i ilçeliğe indirmesini sorgulamayız.
Radyolardan yalnızca hükümetin propaganda yapabildiğini, muhalefete söz verilmediğini, seçimler dışında gösteri ve yürüyüşlerin yasaklandığını da bilmeyiz. Devletin radyosunun iktidar için istismar edilip halkı "Vatan Cephesi" olayı ile cephelere bölmeye çalışmasından çoğumuzun haberi bile yoktur.
İnönü'nün darbede parmağı olduğu iddia edenler, Menderes’in “halkın isterse halifelik ve saltanatı bile geri getirilebileceğinden” söz ettiğini, muhalefeti ortadan kaldırmak için hem polis, hem savcı, hem de yargıç yetkileriyle donatılmış DP milletvekillerinden kurulu bir “Tahkikat Komisyonu” kurdurduğunu, basına sansür uygulamaya başladığını, iktidar aleyhine yazı yazanların, konuşanların tutuklandığını dile getirmezler. Bu komisyonun verdiği kararların kesin olduğu ve temyiz hakkı bulunmadığından hiç bahsetmezler.
Milletin kültür seviyesini çok iyi analız eden Adnan Menderesin %15 i okuryazar olan Türk halkına çok güzel ve duymak istedikleri şeyleri söyleyip "Türkiye'yi küçük Amerika yapacağız" dediğini, halkın bu sözlere "Peki bunları hangi paralarla yapacaksınız?" diyemediğini bilmeyiz.
Sanki milletin dini ibadetlerine engel olan varmış gibi Menderes'in seçim meydanlarındaki konuşmalarında “Türk Milleti Müslüman’dır, Müslüman kalacaktır. İslamiyet'in bütün icabeti vatandaşlarımız tarafından tam bir serbestlik içinde icra olunacaktır.” diye dini politikaya alet ettiğinden bahsetmeyiz. Hele Türkiye'nin en ücra köylerine kadar gidip İsmet İnönü ve CHP genel sekreteri Kasım Gülek'i komünist olmakla suçlayıp “Yakında ananızı bacınızı gâvurlara teslim edecekler, Kasım Gülek ABD’de okudu, o bir kabuklu dinsiz gâvurdur” sözleriyle halkı kışkırttığını bilmeyiz. 
Halka verdikleri sözleri yerine getirmeye hazinenin parası ve devletin geliri yetmediği için, Atatürk'ün 1924’teki 1.İzmir İktisat kongresinde "Vasiyetim şudur ki, dış borç almayınız, üretip satınız. Bir ülke ne zaman başka ülkelere yardım ve kredi için avuç açmıyorsa o zaman tam bağımsızdır. Ekonomik bağımsızlık olmadan gerçek bağımsızlık olmaz. Biz Osmanlının borcunu ödeyeceğiz ama bundan sonra asla borç almayacağız. Benden sonraki devlet yöneticileri de almasınlar" anlamında konuştuğu vasiyetini çiğneyerek ABD’den ölçüsüz ve plansız dış yardım alımlarıyla birlikte enflasyonu yükseltip ülkemizin giderek dış yardıma bağımlı hale getirildiğini hiç sorgulamayız.
ABD’nin "Rusya'ya komşusunuz. Kalkınırsanız Rusya size saldırır." diyerek bizi Nato'ya üye yaptığını, ABD’nin ısrarlı şartlarına karşı duramayan Menderes hükümetinin 1958 de ABD’ye Türkiye'de üs kurmalarına izin verdiğini, Nato kisvesi altında Türkiye'nin 6 bölgesine, halen de uçaklarından atomlarına kadar her silahı ile içimizde hazır duran  Amerikan üsleri yerleştirildiğini, böylece ülkemizin göz göre göre tek silah atmadan, iki kuruş para yardımı karşılığı fiilen işgal edildiğini göz ardı ederiz.
"Bağımsız Türkiye!", "Kahrolsun Amerika" diye bağıran üniversite gençliğinin üzerine emniyet güçlerini gönderen, üniversite öğretim üyelerini "Kara cüppeliler" olarak niteleyen, Sıddık Sami Onar gibi ünlü hukuk profesörünün polis tarafından yerlerde süründürülmesine, öğrencilerin üzerine ateş açılmasına göz yuman Menderes hükümetinin gösteri ve yürüyüşleri yasaklayan yasalar çıkardığından hiç bahsetmeyiz.
Uşak, Kayseri ve Topkapı'da İsmet İnönü'ye saldırılar yapıldığını, Kayseri'ye gelen İsmet İnönü'nün treninin valinin emriyle durdurulduğunu, yolunun kesilmesi için kendisine emir verilen Binbaşı Selahattin Çetiner’in "Sizin yolunuzu kesmek ve Kayseri'ye gitmenize engel olmaktansa intiharı tercih ederim" sözlerini söylediğini, olaydan sonra emekli edildiğini, ancak Danıştay Kararı ile göreve iade edildiğini önemsemeyiz.
Bu ülkede bilinenler ve bilinmeyenler vardır. Eminim ki bu yazılanlar da kimilerince ilk kez bilinecektir. Türk ordusu Şili ordusunun Pinochet'i gibi hiç bir zaman keyfi bir darbe yapmadı ve yapmaz da. 27 Mayıs'ı ihtilal olarak görmek hatadır, 27 Mayıs bir devrimdir.
Saygılarımla, hoşça kalın.