Yaşı kırkın üzerinde olan kuşak iyi bilir…

            Büyükler “Müze cami” derlerdi.

            Çok kültürlü, hoşgörü temelli bir şehrin çocuklarının Yahudi mahallesi olarak adlandırdıkları Tirelilerin “Portakal pazarı” dedikleri, “İkinci Mektep” Cumhuriyet İlkokulunun altındaki camiyi bilmeyen hemen hemen yok gibidir.

            Unesco tarafından Dünya mirasları listesine alınan camii, aynı zamanda 1. Mehmet’in ve 2. Murat’ın serhat beylerinden Amasyalı Halil Yahşi Bey’in Tire halkına bir hediyesidir. Tıpkı bugün hakla kendi ismiyle anılan “Yahşi bey ovası” arazileri,Tahtakale Hamamı,Çöplü Han,Kütahya Hanı,Arasta ve bunların etrafında toplanmış vakıf dükkanları gibi şehre armağanıdır büyük kumandanın..

            1426 yılında Osmanlı hâkimiyetine şehrin tamamen geçişiyle birlikte oluşan “aydın eyaleti” nin sancak merkezidir artık şehir. Şehrin ilk sancak beyi’de Halil Yahşi Bey’dir. Tıpkı her fırsatta kötülemek için fırsat kolladığımız “Muhteşem Süleyman’ ın” Osmanlı’da ilk defa mal varlığını açıklayan. İlk Posta ulak teşkilatını kuran. Eğitimde önemli reformlara imza atan ve en önemlisi ordunun içindeki Mimar Sinan gibi yeteneği keşfederek bütün zamanların yetenek avcısı konumundaki Vezir-i Azamı (Dönemin Başbakanı) Tirede 7 yıl sancak beyliği yapmış Lütfi Paşa gibi…

Aynı zamanda bir Mevlevi Zaviyesi ve imarethanesi olan Yahşi Bey Camii ilk yapıldığı günden Tekke ve zaviyelerin kapatılmasına kadar olan süreçte Tire’nin resmi Mevlevi ayinlerinin yapıldığı mekânlardandır.

Cami için Halil Yahşi Bey oldukça ciddi mal varlığını vakfetmiş. İmarethanede her ne sebeple olursa olsun yıkılması halinde kaç defa yıkıldığına bakılmaksızın yeniden yapılması için vakfiyesine gerekli ödenek ve emirleri bırakmıştır. Vakfiyeden yoldan geçen zengin fakir herkesin doyurulması içinde şartlar koymuştur. “ mezkur zaviyede bir sabah bir akşam olmak üzere her gün iki defa yemek pişirilmesini ve bu yemekten fukara, ağniya (zengin) yerliler ve misafirlerden zaviyede hazır olanların kaffesine (tümüne) it’am ve ikram edilmesini…) istemekte. Vakıflar Genel Müdürlüğü Arşivindeki  586 numaralı ve Mücedde Anadolu Sani adlı vakfiye defterinin 211. Sayfası 205 sıra numarasında kayıtlı , Vakfiye Defter No:1766,s.312’deki Yahşi Bey bin Abdullah’ın  hicri sekizyüz kırkbeş tarihli Arapça vakfiyesinde Mevlevi zaviyesi,han,hamam ,dükkanlar ve arasta için; “…bunlar katiyen satılamaz, hibe edilemez, rehin verilemez,TEBDİL EDİLEMEZ(Maksadının dışında  kullanılmaması,değiştirilmemesi),üç seneden fazla müddetle icar edilemez,hiçbir vech ve sebeple milk yapılamaz” denilmekte…

Cami olarak kullanılan Yeşil İmaret Zaviyesi, Cumhuriyetin ilk yıllarında Bakanlar kurulu Kararı ile kapatılarak müze haline dönüştürülmesi kararı verilir.

 “ Yüksek İcra Vekilleri Heyetinin 5/7/1935 tarih ve 3008/2 sayılı kararı ile Etnoğrafya Müzesi ittihaz edilmek üzere İzmir Kültür Direktörlüğü emrine verildi. Kaza merkezinde toplanan bir çok tarihi eserlerin birleşmesiyle 4/9/1935 tarihinde küşat resmi yapıldı “ [1] Halk arasında da müze cami olarak geçen Yeşil İmaret Zaviyesi 1935-1971 yılları arasında, müze olarak kullanılır

Yeşil İmaret’in müze haline getirilmesi ile ilgili Bakanlar Kurulu kararı(1935)

muze1

Bu konuda caminin müze haline getirilmesine çok sevinen Tokluoğlu, Halkevleri tarafından çıkartılan Küçükmenderesdergisinde şöyle yazar: “Bu binayı zaviyei Mevlevi olarak kuran ve onun bir taşının bile yerinden çıkmasına ve binanın harabisine değil imarına çalışılmasına elde vasiyeti bulunan bani, bu müessesenin bugün kültürel bir müessese ve bir meşheri ilim ve ziyafetgah olduğunu görseydi acaba nasıl teşekkürde bulunurdu?”[2]

muze2

Halil Yahşi Bey’in Vakfiyesi bugün hala yürürlükte olup, sadece iki sayfasına burada yer verdik. Tire halkının, 1935-1971 yılları arasında 509 yıl ibadet ettiği mekânın nasıl müze haline getirildiğine, (ilçede başka mekân yokmuş gibi!) yakından şahit oldukları bu hadise karşısında “tek parti döneminde ibadethanelerin amacının dışında kullanılmadığı tezi!” sanırım çok net bir şekilde anlaşılacaktır.

Bunun polemiğini yapmak yerine bunlardan ders çıkartıp geçmişte yaşananları iyisi ile kötüsüyle yüzleşmek kendine “aydın etiketi!” yakıştıran herkesin görevi olsa gerek. Tarihi, siyasi gözlüklerimizden arınmış, objektif, yargılamadan anlamaya çalışmak gelecek açısından sağlıklı bir yapı oluşturacağını unutmayalım.

 

Gelecek Yazı: Tarih Dizilerden öğrenilmez




[1] Tokluoğlu Faik, Küçükmenderes Tire Halkevi, sayı 1 Tarih, 1940

[2] A,g,e