Ramazan-ı Şerif öyle bir zaman dilimidir ki, bu ayın dışında bu feyiz yoktur. Cenab-ı Hakkın bu ayda zaman ve mekana ayrı isimlerinin tecellileri vardır. Bu tecelliler başka aylarda görülmez. Tabiri caiz ise, bu bütün insanlığa tam bir hediyedir. Bu ayın içinde öyle bir anı seyyale vardır ki,  her ibadet seksen yıllık ibadet hükmüne geçer. İşte bu geceye Kadir Gecesi denir.  Ramazan-ı Şerifte tutulan bir gün oruç, bu ayın dışında bütün sene boyunca tutulsa o orucun sevabına erişemez.

Ramazan-ı Şerifin orucu, doğrudan doğruya nefsin mevhum ( gerçekte olmadığı var sayılan)  rububiyetini (Rablık, Allah’lık iddası)kırmak ve aczini göstermekle kulluğunu bildirmek cihetindeki hikmetlerinden bir hikmeti şudur ki;

Nefis Rabbini tanımak istemiyor. Firavunâne kendi rububiyetini (Rablık, Allah’lık iddası)  istiyor. Nefse, ne kadar azaplar çektirilirse, o damar onda kalır. Nefsin o damarı sadece açlıkla kırılır. İşte Ramazan-ı Şerifteki oruç, doğrudan doğruya nefsin Firavunluk cephesine darbe vurur, kırar. Nefse aczini, zaafını, fakrını gösterir, abd (kul) olduğunu bildirir.

Hadisin rivayetlerinde vardır ki:

Cenâb-ı Hak nefse demiş ki: “Ben neyim, sen nesin?

Nefis demiş : “Ben benim, Sen sensin.”

Azap vermiş, Cehenneme atmış, yine sormuş. Yine demiş: “Ben benim, Sen sensin” demiş. Hangi nevi azabı vermişse de, yine de enaniyetten vazgeçmemiş.

Sonra açlıkla azap vermiş. Yani aç bırakmış. Cenâb-ı Hak nefse demiş ki: “Ben neyim, sen nesin?  Nefis demiş : “Sen benim Rabb-i Rahimimsin. Ben senin âciz bir abdinim.”

   Oruç, Cenab-ı Hakkın insandaki uyanışı ve kavrayışıdır. Oruç, vücuda girince buraya hakim oluyor ve kimse bir şey diyemiyor. Ramazan-ı Şerifte Cüz-i İhtiyâr devreden çıkıp, Allah (cc) lütfuyla  Cüz-i İrade devreye giriyor, elhamdülillah. Ramazan-ı Şerif hayvaniyetten, cismaniyetten ve nefisten çıkma zamanıdır. Allah(cc) lütfuyla Ruh hayatına geçişin adıdır.

İnsanlar, gaflet perdesi altında ve esbab dairesinde o vaziyetin ifade ettiği hakikati göremiyor, bazen unutuyor. Ramazan-ı Şerifte ise ehl-i İman birden muntazam bir ordu hükmüne geçer. Nimetleri sıra koyması kiraz, karpuz, kavun, şefatli vs. bunlar O’nun Rububiyetini gösteriyor, idare ediyor, insanlara merhamet edip onlara karşı bir iştah veriyor ve Rahimiyet (Müslümanlara ait) insanda bir şükür meyli oluşturuyor.

 Sultan-ı Ezelî’nin ziyafetine davet edilmiş bir surette, akşama yakın “Buyurunuz”  emrini bekliyorlar gibi bir tavr-ı ubûdiyetkârâne göstermeleri. Sultan-ı Ezelî’nin davetine, sofraya oturunuz, sonra sesi gelecek, o da Ezan-ı Muhammediye  ile Rabbımız buyurun yiyin diyene kadar yiyemezsiniz ve işte bunu adı, ubudiyettir.

O şefkatli ve haşmetli ve külliyetli Rahmâniyete karşı, vüs’atli (Şefkatine karşı)  ve azametli (haşmetine karşı)  ve (küll-i Rahmaniyetine karşı )intizamlı bir ubudiyetle mukabele ediyorlar. Oruçlu iken harama bakmamak şartıyla her şey ubudiyet oluyor. Yani, otobüse bindin, oruç, uyudun oruç vs.

Ramazan-ı Şerife kadar Nefis ile Ruh mücadele ediyor. Çoğunlukla nefis kazanıyor. Ramazan-ı Şerifte Allah (cc) merhameten Ruhu öne çıkarıyor. Ruhu cesedin elinden kurtarıyor.

  Acaba ulvî ubudiyete ve şeref-i keramete iştirak etmeyen insanlar, insan ismine lâyık mıdırlar?