Türk İslam dünyası olarak üzüntüye düştüğümüz, hayretler içinde kaldığımız bu günlerde, müslüman bir genç olarak kişisel düşüncelerimi beyan etme isteğimle, alanım dışında bir konuyu siz değerli okurlarımızla paylaşmak istedim. 


     Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak, ay yıldızlı bayrağımızın altında yaşamaktan nasıl haz alıyor ve gurur duyuyorsam, müslüman bir toplumun atmosferinde olmaktan ve bu kimliği taşımaktan da ayrıca haz alıyor, gurur duyuyorum. Laik Türkiye Cumhuriyeti'nde, demokrasimizin her geçen gün daha da güçlenmesi ile milli duygularımızla, dini duygularımızı özgürce yaşıyor, görevlerimizi de yerine getiriyor olmanın hazzını yaşıyoruz hamdolsun.

     Bizler “Komşusu aç iken, tok yatan bizden değildir” diyen rahmet ve şefkat peygamberi Hz. Muhammed (s.a.v) in ümmeti olarak, onun yaşantısını ve  nasihatlerini kendimize düstur ediniyoruz. Hz. Muhammed’in hayatını biraz incelediğimizde bizlere nasıl on dört asır evvelden seslenmiş olduğunu görebiliriz. Taif’te kendisini taşlayan müşriklere karşı, Cebrail a.s’ın tavsiyesine rağmen, beddua etmekten kaçınan rahmet peygamberi, nasıl hoşgörü içinde olmamız gerektiğini adeta on dört asır evvelden bizlere bildirmiştir. Hoşgörülü olmamızı bizlere öğreten peygamber efendimizi anlayabilmemiz ve onun bilmediğimiz yönlerini de kolayca öğrenebilmemiz için, günümüzde din alimlerimizden, hocalarımız ve vaizlerimizden faydalanmaktayız. Allah onlardan razı olsun. 

     Hoşgörüyü hep ön planda tutan dinimizde, olumsuzluklar yaşansa da, biz doğruları artık görebiliyoruz. Bizlere ışık tutan din büyüklerimizden duyduğumuz söylemler, zaman zaman kafalarımızı karıştırsa da, hayretler içinde kalsak da, “Aman Allah’ım” desek de Efendimizin nasıl hoşgörülü olduğunu hatırımıza getiriyor, onun izinde gitmekten asla sapmıyoruz. Bir müslüman olarak, kula kulluk etmek değil, yalnız Allah’a kulluk etmek şiarımız olduğundan, “İncinsen de incitme” diyen Efendimizi, hayatımızın her alanında örnek almaya devam ediyoruz. Bu güne kadar nasıl kardeşce yaşadıysak, bundan sonra da birbirimize daha sıkı sarılarak, gönül köprülerimizin yıkılmasına müsaade etmemeliyiz. Dua kardeşliğini, hoşgörülü olmayı, yaşamımızda ön planda tutarak, birbirimiz için hayır duaları etmeli, ye’se kapılan insanlar içinde Allah’a onların ıslahı için dua etmeliyiz. Zindanda geçirdiği süre içinde, türlü işkencelere maruz kalan Bediüzzaman’ın da, asla ve asla peygamber efendimizin izinden ayrılmayarak, beddua etmek gibi bir söylemin içine girmediğini unutmamalıyız. Hoşgörümüzün asla horgörüye dönüşmeyeceği bugün ve yarınlarda buluşmak temennisi ile saygılarımı sunarım.


Sağlıcakla.