20 yıl öncesine dek tarımda kendine yeterli 7 ülkeden biriydik. Bugün tam tersi bir konumdayız. Artık kendini doyuramıyor, sattığımızdan daha çok tarım ürünü alıyoruz. Niçin bu hale geldik? Atatürk, yanıtını önceden vermişti: “Kendi çabamızla, kaynaklarımızı değerlendirerek kalkınmamızı sağlayın. Bütün işleri Avrupa’nın emellerine göre yürütmeyin. Durumu düzeltmek için Avrupa’dan öğüt almayın. Büyük devletlerin ekonomik egemenliğine girmeyin. Ekonomik bağımsızlıktan ödün vermeyin.

2. Dünya Savaşı sonrası ABD ve Avrupa tarım ve hayvancılık sektörlerine büyük yatırımlar yaptılar. Hedefleri tarımda kendi kendine yeterli duruma gelmekti. Bu hedeflerine 1970’li yıllarda ulaştılar. Hatta bu hedefi aştılar. Ürün stokları oluştu. Bunları eritmek için yeni pazarlar aramaya başladılar. Bu düşünceyle kendileri dışında üçüncü ülkelere yöneldiler. Elverişli politikalarla Türkiye’nin yalnız sanayide değil tarımda da üretici değil tüketici konumuna geriletilmesine, Türkiye’de tarım sektörünü çökertmeye koyuldular.

Yeniden yapılanma, istikrar paketleri, tarım reformu” gibi altın tepside zehirler sundular. Her şey 24 Ocak kararları ile başladı, 1995 Gümrük Birliği Antlaşması ile sürdü. Sürecin özünde liberal politikalar ve özelleştirmeler yer alıyordu. Özal reformları diye övüle övüle anlatılan uygulama ekonominin dışa açılması, ulusal devlet ve ekonomiden vazgeçilmesi dayatması idi. Bu doğrultuda destekleme alımları daraltıldı. IMF, Dünya Bankası, Dünya Ticaret Örgütü gibi sözde uluslararası örgütler araç olarak kullanılıp ithalat özendirildi(Çünkü ürünler dışardan daha ucuza alınacaktı). Taban fiyat uygulamalarına son verildi. Tarım kredi faizleri yükseltildi. Tarım KİT’leri özelleştirildi ya da kapatıldı. İthalatın önündeki son engeller de kaldırıldı. Tarımda canlı hayvan, et ve et ürünleri, süt ürünleri, sebze, meyve, un, irmik, şeker ve şekerleme, hazır yiyecek, tütün, pamuk ve birçok üründe gümrük vergileri sembolik düzeylere indirildi.

Önce Özal’ın dışa açılım politikası ile Et ve Balık Kurumu, Süt Endüstrisi Kurumu ve Yem Sanayi özelleştirildi. Böylece hayvancılık çökertildi, hayvancılıkta üreticiyi destekleyen ana damar kesildi. İhracat yapan Türkiye, hayvancılıkta dışa bağımlı, ithalatçı konuma geldi. Sadece Erzurum, Kars ve Van’da yüzlerce canlı hayvan ihracatçısı yok oldu. Türkiye Amerika ve Avrupa hayvanları pazarı oldu. Bugün de bu politika sürdürülüyor. Türkiye saman bile ithal etmeye başladı. 

Tekel yatırımları durduruldu. Sigara tekeli kaldırıldı. İç piyasa yabancı sigara tekellerine açıldı. Üretim ve kalite kasıtlı olarak düşürüldü. Tarım KİT’leri önce özel bankalara yüksek faizlerle borçlandırıldı, sonra da “Zarar ediyor” denip satışa çıkarıldı. Çay tekeli 1984 yılında Özal’ca kaldırıldı. 2001’de yaratılan ekonomik kriz sonrası Türkiye IMF’ye koşulsuz olarak teslim edildi. Kemal Derviş”in “Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı” ile 15 milyar dolar kredi karşılığı çıkarılan 15 kanunla da tarıma son darbe indirilmiş oldu.

Tarımsal ithalat serbest bırakılınca ucuz fiyatlı ürünler iç pazarlarımızı işgal etti.

Dünyanın 7. büyük pamuk üreticisi olan Türkiye, bugün dışarıdan en çok pamuk alan 3. ülke. ABD ve Yunanistan’dan yılda 1,3 milyon ton pamuk alıyor. Tütün ihracatında dünyada ilk 5’te olan Türkiye(yılda 450 milyon dolar gelir) bugün tütünü ABD’den, Yunanistan’dan alıyor. Sigara üretim tekeli kaldırılınca, yabancı sigara tekelleri girdi ülkeye. Derviş’in Tütün Yasası ile devlet tütün almamaya başladı. Böylece 500.000 civarı tütün üreticisi aile ile Tekel fabrikalarında çalışan 30 bin işçi işsizler ordusuna katıldı. Nohut, mercimek(üretimde 3. iken dış alımda 4. sıradayız), pirinç dışardan alınıyor. Fındık, üzüm, incir, şeker pancarı ve diğer ürünlerde de aynı oyunlar oynanmakta, köylü ve üretim bitirilmekte

 Ve 2002’den beri tam 6 kez değiştirilmek istenen Zeytincilik Yasası geçen hafta kabul edildi. Yeni yasa ile 25 dönümün altındaki alanlar zeytinlik alan kavramından çıkarılıyor. Zaten ülkemizde zeytin bahçelerinin ortalama büyüklüğü 10 dönümün altında. Yasa değişikliği ile Koruma Kurulu’nun kararına ihtiyaç bile duyulmadan, ilgili bakanlıktan izin alınarak her türlü sanayi tesisi, maden araması ve şehirleşme amaçlı zeytin ağaçları kesilip işlem yapılabilecek. Zeytinliklere hayvan sokanlara ceza. Bunun anlamı şu: Zeytinliklere hayvan girişi yasak, inşaat şirketleri, madenci ve enerji yatırımcıları girişi serbest. Hangisi zeytinliklere daha fazla zarar verir, acaba? 70 yıl önce Fransızlara ait simli kurşun madeni çıkarılan Balya’da(Balıkesir) bugün hala ot bitmiyor, derelerden su kırmızı akıyor.

İktidar, yasalaştırdığı ya da getirdiği düzenlemelerle orman, kültür varlıkları, sit ve tarım alanları, milli park demeden başlattığı saldırıyı zeytin alanlarıyla sürdürmek istiyor. Bu konu mutlaka Danıştay'da dava konusu olacak. Ancak dava sonuçlana dek geçen sürede birçok zeytinliğin maden şirketleri talanına uğrayacağı, zeytinlikler üzerinde konut, sanayi  tesisleri boy göstereceği, yakınlarına kurulan tehlikeli atık depolarıyla zeytinliklerin kullanılmaz hale geleceği bir gerçek. Her zaman yapıldığı gibi cumhurbaşkanlığı seçimiyle meşgulken sessizce meclisten geçen yasa tasarısı, zeytinciliğin idam fermanı olacak. Bu yasa teklifi, Türk çiftçisinin zararına, işbirlikçi kimi yerli ve çokuluslu şirketlerin çıkarına hizmet ediyor. Ulusal değerlerimize karşı yürütülen bu talan ve işgal politikaları derhal durdurulmalı. Bu fermana karşı çıkmak sadece zeytincilik yapanların değil ülkedeki her duyarlı kurum ve yurttaşın görevi olmalı.

Saygılarımla, hoşça kalın.