Türkiye’de Eğitim Şuraları önemli tavsiye kararlarının alındığı hayati platformlardır. Tıpkı bundan öncekiler gibi son 19. Eğitim Şurasında da gerçekten önemli kararlara imza atıldı.

Aslında eğitimin çok ciddi birikmiş problemleri bulunmakta.

Bu problemler ister ideolojik, ister oy kaygısı, isterseniz farklı şeyler ileri sürülsün hemen hemen her gelenin “Görmedim, Duymadım” mantığıyla hep halı altına süpürüldü.

Güçlü iktidarlar yada ihtilal sonrası gücünü farklı yerlerden alan”12 eylül”,”28 şubat” örneklerinde olduğu gibi yaraya neşter vurmakta “kendi bakış açılarından haklı gördüklerini!” gündeme taşıdılar.

Antalya’da 5 gün süren 19. Eğitim Şurası da bu açıdan bakıldığında;

1. Öğretim programları ve haftalık ders çizelgeleri

2. Öğretmen niteliğinin arttırılması

3. Eğitim yöneticilerinin niteliğinin artırılması

4. Okul güvenliği gibi dört ana başlık altında çok ciddi tavsiye kararları aldılar. 

Elbette ki kararların millet çoğunluğunun onayını alması istenir, beklenir.

Ben burada sadece bir alanda alınan tavsiye kararından bahsedeceğim

Okullarda Osmanlıca dersinin konulması..

Olaya ideolojik pencereden bakıldığında “Laiklik” sakızını çiğneyebilirsiniz.

Ancak bu sakız artık çiğnene çiğnene özelliğini yitirdi.

Olaya kültürel açıdan bakıldığında ise geç kalınmış bir karar olarak karşımıza çıkmakta.

Yaklaşık 6 asır boyunca tüm kültürel faaliyetlerinizi yürüttüğünüz bir dili terketmenizin altında ciddi sebepler yatmalı.

Mesela bu dilin cihanşümul medeniyetinizi anlatmaya dil bakımından yetersiz kalışı, Gramer yapısının zorluğu vs. sebepler olmalı.

Hâlbuki Osmanlıca Türkçesi nitelik bakımından dünyanın en zengin dili. "Bu açıdan İngilizce ’den kat be kat zengin bir dildir. Osmanlıca dünyanın bütün belli başlı düşünce dillerinin, sanat dillerinin, bilim dillerinin, kısacası medeniyet dillerinin hepsinden beslenmiş, Osmanlıcanın omurgasını, ruhunu oluşturan Kur’ân Arapçasının filtresinden geçirerek beslendiği bütün dilleri kendine mal etmiş tek derinlikli dünya dilidir. Osmanlı Türkçesi bir yandan Arapçanın, Farsçanın, İbranicenin hatta Hint dili Sanskritçenin temel kilit kavramlarını, öte yandan da Fransızca, İngilizce, İtalyanca, Balkan dilleri, Rusça başta olmak üzere Batı uygarlığının kurucu iki dili Grekçenin ve Latincenin ana kavramlarını kendisine mal etmesini bilen tek dünya dilidir. Böylesine “çoğulcu”, derinlikli ve çaplı bir dünya dilinin Türkiye’de Dil Devrimi’yle yasaklanmış olması, oldukça manidardır" 

Peki öyleyse asıl sebep nedir?

İşte size itiraf niteliğinde gerekçe.

Osmanlıcanın yasaklanmasının sebeb-i hikmetini ise 1968 yılında bakın yasaklı yılların “Milli Şefi” İsmet İnönü nasıl açıklamakta; “Harf Devrimi’nin tek amacı ve hatta en önemli amacı, okuma yazmanın yaygınlaşmasını sağlama değildir. Devrimin temel gayelerinden biri, yeni nesillere, geçmişin kapılarını kapamak, Arap-İslâm dünyası ile bağları koparmak ve dinin toplum üzerindeki etkisini zayıflatmaktı. Yeni nesiller, eski yazıyı öğrenemeyecekler, yeni yazı ile çıkan eserleri de biz denetleyecektik. Din eserleri, eski yazıyla yazılmış olduğundan okunmayacak, dinin toplum üzerindeki etkisi azalacaktı.”

Osmanlıca olarak yazılan çok değerli el yazması eserlerin okunamadığı günümüzde özellikle Osmanlıca üzerinden alanlarında ihtisas yapması beklenen İmam hatip ve Sosyal bilimlerde zorunlu, diğer okullarda ise seçmeli yapılması oldukça isabetli bir karar olup olayı ideolojik gözlüklerden arınarak değerlendirmede fayda var.