Yedi düveli Lozan’a mecbur eden iki önder: Atatürk ve İsmet Paşa. İsmet Paşa’ya eskiden beri sataşılır. Hep aşağılanır. Neymiş, Lozan zafer değil, hezimetmiş. Musul’u alamamış, Lozan, İsmet Paşa’nın beceriksizliğinin belgesiymiş. Adaları vermişler de İsmet Paşa istememiş. Güya Atatürk bile ''Ben bu İsmet'i 20 senedir yola getiremedim'' demiş. O’nu hiç sevmezmiş. Yalan.

Acaba bu kişiler hayatında kaç tane resmi belgeye imza attı? Çarşıya bir şeyler almaya göndersen alamayacak kişiler kalkmış İsmet Paşa’ya laf atıyorlar. “Osmanlı padişahı Türkiye’yi Musul dahil, Mondros ve Sevr’de düşmana eliyle vermiş, İsmet Paşa Musul’u alamamış.” dersin hemen sözü “Osmanlı’ya niye laf atıyorsun”’a getirirler. Kusura bakmayın gerçekler acıdır.

İnönü’nün, Lozan’da verdiği mücadele aslında bir destandır. Yeni Türkiye’nin sınırlarının belirlenmesinden kapitülasyonların kaldırılmasına, Osmanlı borçlarından tazminat sorununa kadar birçok alanda, karşısına çıkarılan güçlükleri aşmak için gösterdiği direniş, okullarda ders olarak öğretilecek kadar anlamlıdır.

İnönü’nün Lozan’ın 50. yıldönümünde  “Yapıldıktan elli yıl sonra yaşayan başka bir antlaşma biliyor musun? Al Birinci Dünya Savaşı’nı bitiren antlaşmaları, hangisi yaşıyor bugün? Lozan için tarih ne der bilemem, ama tarihin diyeceğine boynumuz kıldan ince!” sözleri her şeyi yeterince açıklıyor sanırım.

İsterseniz Lozan Antlaşması’nın öncesinden başlayıp günümüze kadar neler olmuş, Lozan hangi uğraşlar sonunda imzalanmış, bir yolculuk yapalım.

Konferans 13 Kasımda toplanacaktır. İsmet İnönü 11 Kasım’da Lozan’a gittiğinde kimseyi bulamaz. Konferans 13 Kasım’dan 20 Kasım’a bırakılmış, Türk tarafına haber bile verilmemiştir. İnönü, bu bir haftalık sürede Fransa’nın daveti üzerine Paris’e gider, başbakanla görüşür “Bütün merakım, sulh var mı, yok mu, bunun üzerinde teşhis koymaktı.” der ve bu görüşmeyi şu cümleyle Ankara’ya özetler: “Müzakereler çetin olacak”. Öyle de olur.

General Harrington, Mudanya'da edindiği tecrübe ile Lord Curzon'a bir mektup yollayıp, İsmet Paşa'ya dikkat etmesini "Sert bir ceviz" ile karşı karşıya olduğunu bildirir. Gerçekten de daha ilk gün açılışta, takdim edilince, İsmet Paşa elindeki nutku okumaya başlar. Konu sonra anlaşılır. İsmet Paşa Lord Curzon'un konuşma yapacağını öğrenmiş, bunun üzerine “İngiliz delegesinin konuşma hakkı varsa ben de konuşurum” der. Fransız delegeleri başkanı Poincare İsmet Paşa'dan vazgeçmesini rica eder. İsmet Paşa da "Lord Curzon vazgeçsin o zaman ben de vazgeçerim." yanıtını verir.

Lozan'da delegelerin toplanacağı salon hazırlanmış ve taraflar yerlerini almaya hazırlanıyor. Ne var ki İsmet Paşa'nın oturacağı sandalye, diğerlerininki koltuk. Paşa sorar:

— Benimki neden koltuk değil de sandalye?

— Koltuk bulamadık ekselans.

 O zaman biz de toplantıya uygun koltuk bulduğunuz zaman katılırız.

Kendisine de koltuk verilir, görüşmeler başlar. Ayrıca diğer ülkeler iki delegeyle katılırken Türkiye üç kişiyle katılır(Dışişleri Bakanı İsmet Paşa, Sinop milletvekili Rıza Nur, Trabzon milletvekili Hasan Saka), bunu da kabul ettirir.

Konferansın açılış töreni İsviçre devlet başkanının bir nutku ile açılır. Ardından İngiliz baş delegesi Lord Curzon, katılan ülkeler adına, toplantının konuları hakkında açıklamalı bir konuşma yapınca, İsmet Paşa 'Olmaz, siz kendi adınıza konuşunuz, benim adıma konuşmayın' diyerek tepki gösterir.

İtilaf Devletleri, daha baştan şu önyargı ile toplantıya gelirler. Türkiye yenilmiş, sonradan işgallere karşı gelip Yunanistan’ı yenmiştir. O nedenle eski isteklerini kabul etmeleri gerekir. Oysa Türkiye devletinin ilkesi, kayıtsız koşulsuz bağımsızlığını tanıtmaktır. Bunu İsmet Paşa şu sözüyle açıkça belirtir: “Biz Mondros’tan değil, Mudanya’dan geliyoruz.” Toplantıya gözlemci olarak katılan Amerikan delegesi diplomat Grew: “İsmet Paşaya sempati duydum; o galip bir ulusu temsil ediyordu, fakat kendisine yenilmiş bir düşman muamelesi yapılıyor.” der.

Devam edeceğim. Saygılarımla, hoşça kalın.