Önce vücudumuza bir bakalım. Vücudumuzda sahip olduğumuzu iddia ettiğimiz hangi şey bize ait. Bir saça, tırnağa, kalbe, tansiyona söz geçiremeyen insan nasıl olur da bu vücut benim diyebilir. Anatomi ilmine olanları bir kenara koyarsak, böbreğin yerini, dalağın yerini, midenin yerini bilen kaç kişi var. Öyleyse anne –baba çocuğunun vücudunun oluşumunda nasıl bir katkısı olabilir. Anlaşılıyor ki, bu vücut bizim değil.

               Nasıl ki, şu kısacık dünya hayatında sahip olduğumuz evimizde veya işimizde istediğimiz gibi davranıp, emirler yağdırıyorsak aynen onun gibi de mülk sahibi mülkünde istediği gibi davranır.

              Mülk sahibi, yarattığı camidat, nebatat, eşcar, hayvanat alemi (gördüklerimiz),  cin, şeytan, ruhaniyat, meleklerin içinde (görünmeyen alem) en camii olarak insan yaratılmıştır. İnsandan daha camii ve mükemmel hiç bir şey yaratılmamıştır. Kutsî Hadiste, insan benim sırrım ben de onun sırrıyım buyurmaktadır. Yine başka bir hadiste, insanı yarattım cemalimi seyredeyim diye. İnsana bu kadar değer verilmiş. Yüce Yaratıcımız, bize bu kadar değer verirken ya sen kendine ne kadar değer veriyorsun?

              Ey insan, kaderden atılan musibet taşını hakkıyla al. Bu fakirlik olabilir, hastalıklar olabilir, burhan- bunalım olabilir, tansiyon veya daha büyük felaketler olabilir. Ahir zamanda kader taşları uzaktan değil, en yakından geliyor.

           Peygamberimiz (sav); çocuğu vefat etmiş bir taş, Hz. Hatice (ra) vefat etmiş bir taş, Yetim oluşu bir taş, amcasını kaybetmesi bir taş, hüzün yılı adı verilen bu zaman diliminde kaderden atılan bu taşları iyi okuyup sabredince Yüce Rabbimiz onu yanına alarak miraç hadisesi ile cemaullahına müşerref etmiştir. İşte bu taşların nerden ve niye geldiğini anlayabilirsen işte o zaman mükafatın çok yüksek olacaktır.

               Bir kumaş düşünün bundan diyelim ki iki metre alıp, yüz lira ödeyip bir takım elbise diktireceksiniz. Bu kumaşı tanınmış büyük bir firma alsa onu kesse, biçse ve dikse takım elbise haline getirip vitrine koysa fiyatı iki bin lira olacak. Bu kumaşa değer katan ne kesilip biçilmesi ve dikilmesidir.

          Bizim değerimiz de aynen kumaş gibi ne kadar çok kesilip biçilirsek değerimiz o kadar artıyor. Hz. Adem (a.s.) cennette kalsaydı, değeri o kumaş gibi yüz lira değerinde kalacaktı. Çünkü cennette iken, cennet olduğunun farkında değildi. Şeytan onu ebedi yaşama hissi ile kandırıp o yasak meyveyi yedirdi. Ancak Arafat’a gelince insan olduğunu fark etti. Değeri bir anda yüz lire iken iki bin liraya yükseldi. Onun için buradan ahirete ve Allah’a (c.c.) bakmak çok önemlidir.

              Allah’ın (c.c.) iki sıfatı (Cemal ve Celal) sadece dünyada bir arada gözükerek Kemal olur. Ahirette ise Cennet, Cemal sıfatı ve cehennemde ise Celal sıfatı hakimdir. Günlük hayatta bunları nasıl anlayabiliriz derseniz;

  CEMAL sıfatı; gündüz, mutluluklar, sevinç, neşe, sağlık, başarı vs.

  CELAL sıfatı; gece, korkular, hastalıklar, musibetler, arzi ve semavi afatlar vs.

           Allah (c.c.), Firavuna dört yüz yıl cemal sıfatını tecelli ettirmiş, celali ona hiç göstermemiş. O’da tek düze bir hayatla kemali bulamadığı için kendinde bir farklılık olduğunu hissederek kendini ölümsüz bir tanrı ilan etmiştir. Demek ki, sürekli sağlık ve sıhhat da tehlikeli. Neden mi? Çünkü sağlık ve huzur insanda belli bir süre sonra gaflete sebebiyet vererek, kişiyi Allah (c.c.) uzaklaştırır. Allah (c.c.)

bulan neyi kaybetmiştir? Allah (c.c.) bulamayan neyi kazanmıştır? Öyleyse duruşumuza iyi bakmalıyız.

          Şimdi benim elimde bir ayna var. Ben onu güneşe tutsam kaç güneş gözükür? Elbette bir güneş gözükecektir. Ben o aynaya bir taş atsam, taşın şiddetine göre ayna kırılacak. Peki aynı aynayı güneşe tutsam kaç güneş gözükecek, belki iki yüz veya daha fazla.

          Aynen onun gibi hastalıklarda, bizde esmanın dairelerini açıyor. O’na aynadarlık yaptırıyor. İnsan Allah (c.c.) ancak esmaları anlayabiliyor. Şu dünya aleminde gördüğümüz her şey Esma’nın yetmiş bin sonsuz perdeden geçen hali. Peki ya gerçeği ne? İşte biz bunları anlamak ve idrak etmek için buraya geldik. Yoksa bu dünya hayatına Allah (c.c.) bir sineğin kanadı kadar değer vermiş olsaydı, kafirlere rızık bile vermezdi.

          Çınar ağaçlarını düşünün. Bin yıllık ulu çınarlar. Peki hiç düşündünüz mü? Bir çınar ne kadar yaşarsa yaşasın yine odun olmaktan, kereste olmaktan kurtulamaz. Öyleyse biz de ömürlerimizin uzun olması ama tek düze yaşayıp, çınar ağacı gibi mi olalım? Yoksa kaderin taşlarına eyvallah diyip gelen nameyi iyi okuyup, sabredip ah yerine oh deyip bir saatlik anımızı bir günlük ibadet hükmüne geçirip ebedi bir saltanata namzet mi olmalıyız? Vakit varken iyi düşünelim. Geri dönüşü olmayan bir yolda yürüyoruz. Bu yol aynı mesafede olan cennet veya cehennem. Biz cennet olan yolu seçenlerden olmak dileğiyle hepiniz hoşçakalın…