Her gün yaptığım gibi uyanınca hemen bir haber sitesini arama butonuna yazdım.  Haberlerde “Türk Tankları ateş vura vura Suriye’ye girdi.”yazıyordu. İlk başta her halde yine boşa ateş ettik yandaş medya abatması dedim. Fakat o da ne Türkmen Tugaylarından mücahitler Türk Tanklarının önünde öz çekim yapıyorlar. Tüylerimin diken diken olduğunu hissettim. Hemen televizyonu açtım. Gerçekten Suriye’deydik. Suriye’ye girmiştik. Olayın şokunu atlattıktan sonra detayları görmeye çalıştım. 


 
“FIRAT KALKANI”
Operasyonun adı “Fırat Kalkanı"... 
Bu ne demek oluyordu. “Ey PKK, Ey PYD/YPG biz sana demedik mi Fırat’ın Batısına geçmeyeceksin. Geçirmeyeceğim. Başaramayacaksın.”
15 Haziran 2015’te Tel Abyad’ı YPG’li teröristler ele geçirdi. PKK/YPG’nin Suriye’nin kuzeyinde ilan etmeye çalıştığı bir Kürt kantonu vardı. Arappınarı ve Cizre’den oluşturmayı hedeflediği Kanton hayalini gerçekleştirmesi için Fırat’ın batısına geçmeliydi. Türkiye’de buna karşı olduğu için PKK/YPG’nin Fırat’ın batısına geçmemesini ve bunun kırmızı çizgisi olduğunu tarihler Temmuz 2015’i gösterirken tüm Dünya’ya duyurmuştu. 
24 Kasım’da Rus savaş uçağını düşürmemizden sonra bölgedeki dengeler tamamıyla değişmişti.  Türkiye olarak Suriye’nin kuzeyine hava harekatlarımız son bulmuş. DAEŞ Saldırılarına karşı misliyle top ve tank atışı yapılmıştı. Fakat PKK/YPG terör örgütünün devamlı olarak DAEŞ Terör örgütünün Suriye’nin Kuzeyindeki topraklarını ele geçirmesi Amerika ve müttefikleri tarafından hoşnut karşılanırken Türkiye için bölgede bir PKK terör devleti kurulması anlamına geliyordu. Bu yüzden PKK/PYD Fırat’ın batısına geçmemeli bir Kürt koridoru oluşmamalı ama aynı zamanda da Türkiye sınırını geçerek Müslüman Türk’ün yaşadığı Türk topraklarında DAEŞ eylem yapmamalıydı. Bunun içinde hem DAEŞ hem PKK/YPG terör örgütünün kökü kazınmalıydı. Mesele bataklıktaki sinek değil bataklığın ta kendisidir. 
Tabi bir Türk Milliyetçisi olarak benim dikkatimi iki nokta ana hatları ile çekmişti. Birisi Hükümet’in DAEŞ ve PKK/PYD’ye olan tavrı sertleşmişti. Diğeri ise adeta Suriye’deki oyunu izlemeyi bırakıp saha’ya inmiştik. Aklıma hemen Halil Rıfat Paşa’nın “Gidemediğin yer senin değildir.” Sözü geliyor. Halil Rıfat Paşa bu sözü ederken imar planlarını gerçekleştirmeye çalışıyordu. Biz ise Türkçe konuşulan, Türkçe yaşanan, Türkçe düşünülen, gönüllerde Türk Bayrağı dalgalanan ve Türkiye hasretiyle yanan Suriye Türklüğü ve Mazlumların yanında olmalıydık. Suriye’ye gitmeliydik. Çünkü oralar ülke sınırlarımız dâhilinde olmasa bile bizimdi.
“MERCİDABIK SAVAŞI” ve “500 YIL”
500 yıl önce Osmanlı Türk ordusunun Mercidabık zaferiyle Ortadoğu coğrafyasında bütün dengeler bozulmuş ve haritalar değişmiştir. Mercidabık zaferiyle; Filistin, Suriye, Lübnan ve Filistin Osmanlı topraklarına katılmıştır. Mercidabık savaşının kazanıldığı Kuzey Suriye’de 500 yıl sonra bir operasyon gerçekleştiriliyor. Türk ordusu Suriye’ye geçiyor ve onları orada Türkmen Cephesi birlikleri karşılıyor. 


“98 YIL ÖNCE”
98 Yıl önce Osmanlı Türk Devleti Suriye’den çekilmişti fakat geride Türkmenleri ve Türk sevdalılarını bırakmıştı. İşte Osmanlı Türk Devletinin yetimi; Türkler ve Araplar, kollarında birbirlerini Türkmen Cephesi ve Özgür Suriye Ordusu diye ayıran turkuaz ve kırmızı pazı bantlarını takmış vaziyette Türk Tanklarını karşılıyor. O an flaşlar patlıyor ve tüm Dünya’ya servis ediliyor. 98 Yıllık hasret kısmen de olsa sona eriyor. Türk’ün şanlı bayrağı tekrar Suriye Türklüğünün ve mazlumların üstünde dalgalanıyor. 
Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve Türk Milleti; Soydaşlarına ve mazlumlara yardıma koşmak için can atıyordu. Ama Türk olmanın bedelini sadece Suriye Türklüğü, Irak Türklüğü, Dünya Türklüğü ödemiyordu. Siyasi ve ekonomik alanda Türkiye Cumhuriyeti Devleti de bu bedeli denge tahtasında bir o yana, bir bu yana hamle yaparak, nerden ne geleceğini bilmeyerek her an arkasını kollamak zorundalığı ile ödüyordu. Lakin artık Türk Milletinin Anadolu’dan başka tutunacak dalı kalmamıştı. Sultan Alparslan’dan beri yurt yaptığımız bu topraklarda tehdit altındaydı. Türk’ün Başbuğlarından Ulu Önder ATATÜRK’ÜN dediği gibi tekrar “Ya İstiklal Ya Ölüm!” Diyeceğimiz günler geliyordu. Hem Güney sınırlarımızdaki terörist unsurları yok etmek hem de Suriye Türlüğü için Türk Ordusu Suriye’ye giriş yapmıştı. Kısacası… Suriye Türklüğüne can suyu gönderdik. Suriye Türklüğünün toprakları yağmuruna kavuşmuştu.