Cumhuriyet tarihimizin öyle bir dönemini yaşıyoruz ki çelişkilerle dolu. Ve bu çelişkilere hiç kulak asmayan bir toplum. Aklı başında, eğitimli bir kişinin biraz olayları irdelemesi, gerçekleri görmesini sağlayacak ama % 49,5 hala inanılmaz ve anlaşılmaz bir şekilde kapılmış gidiyor bahtının rüzgârına! Bir kişinin önceki söylediklerinin aksine çelişkili bir şey söyleyip hala toplum içinde göğsünü gere gere dolaşması hayret edilecek bir şey. Hiç umurunda değil. Nasıl olsa “yoğurt siyah renktedir” dese onu yine alkışlayan % 49,5 var.

Erdoğan’a “Anayasal sınırlar içinde kalması” söyleniyor. Umursamıyor. Tarafsız kalacağına dair namusu ve şerefi üzerine yemin etmesine rağmen seçimlerde alanlara inip AKP için 400 milletvekili istiyor. Kendisi başbakan iken Cumhurbaşkanı Gül’ü işine karıştırmazken şimdi Davutoğlu’nun yerine başbakanlık yapıyor. Bu tavrını “İster kabul edilsin ister edilmesin, Türkiye’nin yönetim sistemi bu anlamda değişmiştir” sözleriyle itiraf ediyor. Öteki garibimin de sesi çıkmıyor. Daha önce “Sen ne yapıyorsun, iki başlılık olmaz” sözlerini kendisine hatırlatmıyor. Aleyhinde yazı yazan gazetecileri ve gazeteleri tehdit ediyor, işinden attırıyor, talimat verip savcıları göreve çağırıyor(aynı zamanda HSYK başkanı ya). Daha da ileri gidip “O gazeteci yaptığının bedelini ödeyecek” diye yargısını yapıyor. Eee emir büyük yerden, yandaş savcılar da bunu emir telakki edip gerekeni yapıyor.

Gelelim içeri atılan, bedelini ödeyecek denilen gazeteci Can Dündar’a. Ne yapmıştı? Türkmenlere önce gıda yardımı dedikleri, sonra içinde silah çıktığı, Türkmenlerin “Bize bir şey gelmedi” dediği MİT TIR’larıyla ilgili haber yapmış, "İşte Erdoğan'ın yok dediği silahlar" başlığı ile fotoğrafları yayınlamış, ardından gazetesinin Ankara sorumlusu Erdem Gül ile birlikte "askeri ve siyasi casusluk" ve  "Gizli kalması gereken belgeleri açıklama" gerekçesiyle tutuklanmıştı. Ancak yanlış hesap Bağdat’tan döndü. Anayasa Mahkemesi hak ihlali yapıldığı gerekçesiyle tahliyelerini istedi ve serbest kaldılar. Dün “Hukuk neyi gerektiriyorsa” diyen beyefendi karar sonrası “Tahliyeye ve karara saygı duymuyor, tanımıyorum da” diyerek yargıya olan saygısını ortaya koydu. Şimdi soruyorum: Sen kimsin ki ülkede egemenlik haklarının kullanım yetkisinin devlete verildiğini belirleyen anayasayı tanımıyorsun? Başkan olmadan anayasayı tanımayan başkan olunca ne yapar? 

Peki, Al Jazeera Arapça televizyonuna konuşan Başbakan Ahmet Davutoğlu ne dedi? Bazıları duymadıysa hatırlatayım “Eğer bugün Suriye’de rejim ülkenin tüm topraklarını kontrol edemiyorsa Türkiye’nin ve diğer bazı devletlerin desteği sayesindedir.” Bunun anlamı şudur. Biz Suriye’deki muhaliflere yardım ettik. Dündar’ınki gizli kalması gereken belgeleri açıklama suçu ise Davutoğlu’nunki suç değil mi? Bu itirafa Cumhurbaşkanının yorumunu bekliyorum.

Yine Erdoğan, El Nusra'nın IŞİD'e karşı savaştığını söyleyerek, "Ona niye kötü diyorsunuz?" diye soruyor. IŞİD ile savaşan yalnızca El Nusra mı? PYD ve YPG de IŞİD ile savaşıyor. Ya hepsi terör örgütü ya değil. Birilerinin ona hepsinin de terör örgütü olduğunu hatırlatması mı gerek? Bu makamdaki birinin bunu bilmesi gerekmez mi? Bir başka sözü:Ben “PKK’yla birlikte hareket ediyorum” diyen bir örgüte “Hayır, senin bağlantın yok” demek, bizim aklımızla alay etmektir.” Sayın Erdoğan unuttun galiba hatırlatayım: Tarih 20 Ekim 2009. Habur’dan giriş yapan üniformalı PKK’lı teröristler için Cumhuriyet tarihinde ilk kez seyyar çadır mahkemesi kuruldu. Bakanlık Habur’a özel hâkim ve savcılar gönderdi. Sanıklara soruldu: “Pişmanlık yasasından yararlanmanızı istiyoruz. Pişmansınız değil mi?” Hepsi de aynı yanıtı verdi: “Pişman değiliz!” ve siz bunları serbest bıraktınız. Siz bizim aklımızla alay etmediniz mi? % 49,5 dışında biz yemedik bunları.

Erdoğan son olarak Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ’ı ‘anayasa suçu’ işlemekle itham edip TBMM’den dokunulmazlıklarının kaldırılmasını istedi. Demirtaş, içinde HDP'lilerin de olduğu DPT (Demokratik Toplum Kongresi)’nin yayınladığı “oluşturulacak özerk bölgelerde, asayişten, eğitime ve sağlığa her hizmetin öz yönetim meclisleri tarafından verilmesi” bildirgesini desteklemişti. Bu anayasal suçmuş, halkı kin ve düşmanlığa tahrik ediyormuş, suçu ve suçluyu övüyormuş. Hepsi doğru. Şimdi de Erdoğan’ın 2013 yılındaki sözlerine kulak verelim: “Osmanlı’ya baktığımız zaman, o güçlü Osmanlı’da mesela çok daha enteresan Lazistan, Kürdistan Eyaleti var. İniyoruz güneye yine aynı şekilde eyalet sistemleri var. Niye? Osmanlı güçlü ve oralarda hiç çekinmeden rahatlıkla bunları vermiş. Öyle bir sistemin içerisinde belediyeyi kabul ediyorsun da seçilmiş valiyi niye kabul etmiyorsun?” Yani Erdoğan 2013 yılında Başbakan olduğu dönemde, özerkliğe ve eyalet sistemine tam destek veriyor. 2 yıl içinde ne değişti? Ey % 49,5 aradaki fark ne? BUNLAR SİZE GÖRE ÇELİŞKİ DEĞİL Mİ?

Son olarak: geçmişte Paris Katliamı’nda Cumhurbaşkanı Hollande’a “Siz bu insanları niye takip etmediniz. İstihbaratınız çalışmıyor mu? Biz siyasiler ülkede işlenen cinayetlerden sorumluyuz” diyen Erdoğan, Sultanahmet’te yaşanan saldırıdan kendini sorumlu tutmayıp sadece esefle kınamakla yetindi. Çelişkiler o kadar çok ki bir sayfaya sığmadı. Şimdilik bu kadar. Son anda duyduğum ülkenin yeni bilirkişisinin “90 yıllık enkazı kaldırdık” sözünün cevabını gelecek yazımda vereceğim. Saygılarımla hoşça kalın.