Şu dünyada bizim kadar acayip bir millet olamaz. Kitap okumaz, ahkâm keseriz. Yazılan okunur, okuyan anladığını zanneder, fakat anlamamıştır. Aslına bakıldığında zaten okumamıştır da. Onun için önemli olan metnin yazarının kim olduğudur. Hele o kişiye tepkiliyse gerçekleri araştırmaz, körü körüne ona cephe alır. Okumayı geçtim dinlemekten dahi aciz kalır, söz sahibi meramını anlatmak için ağzıyla kuş tutsa bile onu anlamamakta ısrar eder. Yanlısı olduğu parti lideri ne diyorsa doğrudur. “Yanlış mı?” diye düşünmez. Sözün içeriğine bakmaz, sözü söyleyeni hedef alır. Kendi çıkarı noktasında demokrasiyi göklere çıkarır, zarara uğrayacakları an demokratlığı bırakır. Ne düşünce özgürlüğü kalır ne din ve ahlak kuralları, ne de kişisel hak ve hürriyetler. Bu karmakarışık bir ruh halinin göstergesidir. Bir türlü empati kurmayı öğrenemeyen, hoşgörüden her gün uzaklaşan, fazlasıyla bireyselleşmiş bir toplumun doğal olarak bencilleşmesinin ürünüdür. Burada toplumumuzun işine geldiği gibi değerlendirmelerinden  ve çelişkilerinden, bahsedeceğim.

Fes ile başlayalım. Fesi ilk kullananlar Giritlilerdir(Yunanlılar). II. Mahmut 1829’da din adamları ve kadınlar dışındaki herkesin fes giymesini zorunlu kılmıştır. Devlet memurlarına fes zorunlu olunca yobaz kesim “Sarığımızı çıkartmayız. Bu ecnebi başlığını kabul etmeyiz.” diye fes takmayı reddetmiş, hatta bu yüzden II. Mahmut’a “Gâvur padişah” lakabını takmıştır. Atatürk, fesi kaldırıp şapka kanununu kabul edince “Şapka Hıristiyan başlığı, fes Müslüman/Osmanlı başlığıdır!” diye bu kez fesi savunmuştur. Şapka giyen kâfirdir, diye halk isyana bile kışkırtılır(Bugün bazıları şapka giymedikleri için idam edildiler, derler. Kocaman yalan. Halkı yasaya karşı kışkırttıkları için idam edilirler.) Bugün bile kafasına fes takıp, TV’de boy gösteren bazı cahiller bu gerçeğin farkında değil. Onu bu fesli haliyle görenler “Adama bak amma Müslüman!” diye takdir ederler. Fes, Atatürk-Cumhuriyet düşmanı yobaz kesimin sembolü haline gelmiştir artık. Ayasofya’nın kilise iken cami yapılması doğrudur. Atatürk, müze yapınca dinsiz olur(biz de dahil). Ama birileri camiyi kilise yapar, umursanmaz. Ben yazınca neden bu kişi ile uğraşırsın, denir.

Nazım Hikmet yıllarca vatan hainidir, şiirlerini okuyan komünist olur. Başbakan şiirini okur, herkes duygulanır, komünistlik kalkar. Necip Fazıl kadın bacağını puta benzetir, tapılacak şey olarak gösterir, o Müslüman’dır. Bunu yazan ben kâfir, dinsiz olurum. Doğu Perinçek için “Önceden komünistti, şimdi Atatürkçü oldu.” diye dalga geçerler. Çok saygı duyduğum ve sevdiğim Hz Ömer de Peygamberimizi önce öldürmek ister, O’na eziyet eder, sonradan Müslüman olur. O’nun için aynı yorum yapılmaz.

Peygamberimizin doğduğu gün Mevlit Kandilidir. Hicret takviminegöre o gece dualar ederiz. Ancak Nur Cemaati girişimi ile1989’da başlatılan, Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından da desteklenerek sadece Türkiye'de resmiyet kazandırılan, Peygamberimizin doğum günü miladi takvime göre 20 Nisan kabul edilerek 14-20 Nisan arası Kutlu Doğum Haftası olarak kutlanmaya başlar. Bu takvime karşıdır. İşlerine gelince uygulama farklı olur. Kuran-ı Kerim 610 yılı Ocak ayının 15, 17 veya 19’unda inmeye başlar. O zaman neden Ramazan o tarihlere getirilmiyor? Oruç Aralık-Ocak aylarında tutulmuyor?

Başbakan Berkin Elvan ölünce ölmüştür, geçmiştir. Neyi anıyorsunuz? Her öleni anarsak ne olur?” der, alkış tutulur. Mısır’da bir kız öldürünce başbakan ağlar, halk da alanlarda, salonlarda Rabia işareti ile birlikte ağlar. Hüseyin Çelik Mısır ordusuna çatarak “Halkın parası ile alınan silahların halka yönelmesi kabul edilemez.” der, alkışlanır, Gezi olaylarında halka yöneltilen toma, biber gazı, tabanca, gaz bombası sıkılır. Bu silahların parasını AKP’liler cebinden mi karşılıyor, acaba? Memurların ve okulda öğretmenlerin politika yapması yasaktır. Gaziosmanpaşa’da 30 bin İmam Hatip öğrencisi velilerinden imza alınıp zorla başbakanın konferansına götürülür. Bu politika değildir.

Başbakan, İnönü’yü Hitler’e benzetir, kendisi Esad’a benzetilince kızar. ABD işgal etmek için Irak’a 20 bin askerle girer, bizim başbakan Gezi Olaylarını anmak isteyenleri engellemek için Taksim’e 25 bin polis gönderir. Metrodan “Ahlaklı olalım.” anonsu yapılır, Kamer Genç’e küfreden AKP Tokat milletvekili aklanır. 17 Aralıkta başbakan ve bakan çocuklarının evlerinde kasa ve ayakkabı kutularında, milyonlarca avro, dolar bulunur. “Paraları erit, yok et.” diyen ses kayıtları ele geçirilir. Başbakan “Bunlar paralel devletin işi, montaj.” der. Montaj olduğunu kanıtlama gereği bile duymaz. Halk nasıl olsa inanıyor ya. Sözde Müslüman kesim “Helal olsun, çalarsa çalsın. Oyumuz gene ona.” der. Bu nasıl Müslümanlık?

Aziz Yıldırım “5 yıl üst üste şampiyon olacağız.” der, tepki görür, başkası “Bu yıl tüm kupaları alacağız” der, normaldir. Ergenekon olayını haham Tuncay Güney güya ifşa eder, herkes “Vay, neler tezgâhlanmış” der, inanır. Ardından bunun bir düzme olay olduğunu açıklar. Kimse kulak asmaz. Ülke bölünme aşamasındadır, doğuda yeni meclisler kurulur. İktidar için ülke, devlet önemli değildir. Yeter ki iktidara darbe yapılmasın. İktidar orduya kumpas kurulduğunu kendisi açıklar, yeniden yargılamayı kabul etmez. Başbakan tokat, yaveri tekme atar, “Eline, ayağına sağlık” diyenler çıkar. Polis gençleri öldürür, başbakan polisin nasıl sabrettiğinden bahseder.

Daha çok örnek var, yazacak yer yok. Yaşanan böyle bir ülkede güven ve sevgiden eser kalır mı? Biz bunları yazınca dinsiz oluruz, her haltı işleyenler Müslüman kalır. Olsun canınız sağ olsun. Biz bizim ne olduğumuzu biliyoruz. Saygılarımla, hoşça kalın.