Ahmet Köyük, Ferhat, İkizler Serkan Sercan, Kaleci Lütfi, Muammer, Tayfun, Anıl , Ekrem, Tuna, Selçuk’tan Oktay, Yalancı Murat, Bazen Vahap; Bazen  Engin, Ulvi Oktav, Ulvi Bacak, Denli, Emilo, Toydemir, Saldıray, Semih, Gültekin, kankam Tolga, Ömer, Dondurmacı Erdem, Gökhan, Ümit, Eray, Oğuz, Uğur, Zeki, Faruk, Cön Nevzat, Kemal, Hüsnü, Herkül Melih, Mustafa, Hüseyin, Kamyon Burak, kafe 1905 İsmet, Sayan Abi, Çekiç Murat, Mahallemizin medar-ı iftar-ı Anıl Yalçın, Okoça Mehmet, Emre Sardoğan, rüzgarın oğlu Sülo, 46 numara ayakkabısıyla Koca Ayak Nazmi, Çirkin Fuat, Cumhuriyetten Soner, Birkan, Sağ Açık Birtan, Halı sahacı Ali Evren, Mızıkçı Tuğrul, Bağlama Bahadır, ve şimdi anımsayamadığım yaşı benden ufak ya da büyük olan, ama bir vesileyle Tire’nin en doğal tesislerinde, bazen patlak, bazen çatlak bir topun peşinden koşturduğumuz memleketimin kaybolan, harcanan çocukları bunlar.. Kimisiyle şimdilerin Nazım Çulcu parkının altındaki yeşillikte, tren yolunun üstündeki yeşillikte, kimisiyle Perihan’ın ovasında, sigorta hastanesinin bahçesinde, yanlışlıkla camlarını kırdığımız, bahçesindeki frenkleri daha ermemişken yediğimiz Endüstrinin bahçesinde, en çok da Dört Eylülde kıran kırana maçlarda paylaştık kozlarımızı.. Bazen gönülsüz oynattık topun sahibini.. Genelde en kazmamız olurdu çünkü topun maliki.. 3 korner 1 penaltı oynarken çok kavga ettik korner sayısı yüzünden ama, hiç bir zaman vazgeçmedik o çirkin zeminde maç yapmak için buluşmaktan..

                    Çok net hatırlıyorum annelerimiz en teknolojik navigasyonlardan daha iyi bilirdi yeşilliklerin yerlerini.. Oyuna dalıp geç kaldığımızda, saha saha gezip bizi mutlaka bulur ve geç kalmışlığımızın seviyesine göre bazen kulaktan çekilerek, bazen dövülerek, bazen de “evde göstereceğim sana!!” tehdidiyle cebren evimize götürülürdük.. Bak aklıma ne geldi bir de.. Sporcunun enerji kaynağı leziz mi leziz enfes mi enfes neredeyse her annenin aynı nefasette  hazırladığı salça ekmek.. Hele Ekrem’in annesinin sürdüğü biber suyunu unutamam..      

                    Ayakkabılarımız vardı bir de futbola özel üretim.. Şimdilerde çok paraya satılan o malum markanın bez ayakkabılarını futbol ayakkabısı zannederdi memleketimin spor kültürü.. Hepimiz onlardan giyerdik.. Hele canım annem benim.. Çarşı pazar akşama kadar dolanır, her yere haber bırakırdı.. Ama çoğu zaman bulamazdı ayağımın bedenine uygun bez ayakkabıdan.. Büyüklere üretilirdi de, küçükler hiç aklına gelmezdi vahşi kapitalizmin o zamanlar.. Nerede şimdilerin F50, Mercurial modelleri.. Bilen bilir Comfort bir de Sadidas.. En üst seviye futbol ayakkabısı o zamanlar Sportaç krampon.. Şimdi giy ayağını kaldıramazsın yürümek için.. O derece ağır..

                    Niyetim tabletle, bilgisayarla, cep telefonuyla, oyun konsollarıyla vakit geçiren çocuklardan yakınmanın popüler geyiğini yapmak değil.. Çünkü tıpkı kendi çocukluğumdaki gibi kalabalık bir spor neslini her yerde görüyorum.. Ayakkabıları gıcır, aileler bilinçli, kapalı spor salonumuz var, stadyumumuz var, halı sahalar var, fiziksel koşullar tam..  O zaman herkes üzerine düşeni yapsın, taşın altına elini koysun da, biz gibi yitmesin bu çocuklar da..

Esen kalın, sporla kalın!!

 Saygılarımla..