Merhaba, bu yazımda “Aşk” tan bahsedersem haddimi aşmış olur muyum bilmiyorum. Ancak yine de okuduğum bazı yazılardan derlediklerimi sizlerle paylaşmak istiyorum değerli okuyucular.

MÖ 456 - MÖ 386 yılları arasında yaşamış bir komedya yazarı olan Aristofanes’in söylediğine göre ilk insanlar hem iki cinsin cinsel organlarıyla hem de iki yüz, dört el ve dört bacağa sahiptiler. Bu sıradışı yaratıklar yanlamasına ve çok hızlı hareket ediyorlar, ayrıca çok da güçlülerdi. Efsaneye göre o kadar güçlülerdi ki yunan tanrıları onların üstünlük kuracaklarından endişelenmeye başladılar.

Yunan tanrılar kralı Zeus insanları güçsüzleştirmek amacıyla onları ikiye bölmeye karar verdi.Oğlu Apollon’a ise bölünen insanların yüzlerini kesilen tarafa çevirmesini emretti. Ki böylece her biri kesilip ayrıldığını görmüş olacak ve sarsılan otorite düzeni sağlanmış olacaktı.  Şayet insanlar tekrar bir tehdit oluşturacak olurlarsa, Zeus onları yine ikiye bölecek ve böylece tek ayak üzerinde kalarak iyice güçsüzleşeceklerdi.

Anlatılanlara göre bölünmüş insanlar sefil bir haldeydi, “Her biri diğer yarısının hasreti içindeydi, bu yüzden, birlikte tekrar büyüyebilmek için birbirlerini sarıp sarmalarlardı.”

Aşk yaralarımızın ilacımıdır sorusunun yanıtını ise yazar Aristofanes:

“Aşk her insanda mevcuttur, aslımızdaki diğer yarımızı arar, iki kişiden bir kişi yapmaya çalışır ve insanın doğasından kaynaklanan yarasına ilaç olur. Her birimiz bir bütün insanın eşleşen yarılarıyız ve her birimiz bize uyacak o diğer yarımızın arayış içindeyiz.“

Şeklinde yanıtlar...

Yukarıdaki paragrafta da göreceğiniz gibi Aristofanes’in tanımladığı üzere aşkı yaralarımızın ilacı veya “insan doğasının yarası” olarak görmemiz mümkündür.

Yunan filozoflara göre neden aşkı arayış içerisinde olduğumuz konusu, insanın doğuştan yaralı olduğuyla ilgili bir durumdu. En basit şekliyle doğamızdan kaynaklanan ölümcül hatalara meyilli olduğumuza dair çıkarımları vardı.

Aristo’nun açıklamasına göre insanlar aslında gerçek dışı veya tam bir tatmin sağlayamayan zevkleri arama konusunda inanılmaz ısrarcılardı. Bu sahteliğin maddi eşyaları, gücü ve halihazırda şöhreti de içerdiğinden bahseder Aristo. Bu tarz amaçlara adanmış bir hayatın ise acınası, aciz bir durumda ve boş olduğuna değinir.

Tanrıbilimci ve filozof  Agustine tarafından yönlendirilen bazı hristiyan düşünürler ise, bu saptamayı kabul edip, bedensel faydanın peşinden gitmek cennetten kovuluşun kanıtı ve biz insanlar bu yaratılışının temsilidir, diyerek olaya din penceresinden bir ekleme yapmışlardır. Bu şekilde düşündüğümüzde, insanların dünyada bir nevi yabancı olduğunu ve doğaüstü kaderimiz yolunda birer hacı olduğunu da dile getirmek mümkündür halihazırda.

Yine Augustine’e göre insanlar arzularını dünyevi şeylerle tatmin etme yoluna giderler. Fakat insanlar bir şekilde lanete uğramışlar, içlerinde sonsuzluk cevherini taşımaktalardır.İşte tam da bu yüzden sonu olan şeyler onlara asla tatmin sağlayamaz. Bizler, yaradanın görüntüsünde yaratılmış olduğumuzdan bitmeyen arzu ve açlığımız ancak O’nun sonsuz olan doğasıyla doyurulabilir demektedir.

17. yüzyılda ise Fransız düşünür Blaise Pascal ise doğamızdaki yaranın varoluşsal bir durum olduğunu söylemiştir. Pascal’ın savunduğu üzere hiçbir bilimin çözüme kavuşturamayacağı durumumuzdaki mutlak belirsizlik yüzünden biz insanlar kaygının veya umutsuzluğun kıyısında sendeliyor haldeyiz.

Aristofanes vasıtasıyla dile getirilen Platon’un tarifine geri dönecek olursak, kaç kişi romantik anlamda aşkı hayatın sorunlarına bir çözüm olarak görüyor, kaç kişi aşkın doğamızdan kaynaklanan yarayı iyileştireceği beklentisiyle hayata anlam katacağını ümit ediyor?

Bu konuların ele alındığı filmlere göre ruh eşinizle çok şaşırtıcı ve beklenmedik bir şekilde karşılaşabilirsiniz... Bazen o kişi tamamen zıddınız olsa dahi kendisine karşı bir ilgi duyarsınız. Veyahut sevdiceğiniz gözünüze kaba olarak da görünebilir, yine de gizliden gizliye onun sevimli olduğunu kaçınılmaz olarak düşünürsünüz. Ve yine bu filmler romantik aşıkların sonunda ruh eşlerini bulmalarıyla biter. Ama gelin görün ki cicim aylarından sonraki hayatta gerçek aşkı test ettikleri o dönem gösterilmez. Hayat mücadelesi, çoluk çocuğun okula bırakılıp alınması, ödenmesi gereken faturalar hiç mi hiç gösterilmez !

Sonuca ve sadete gelecek olursam; Aristofanes aşka uç noktalarda talep ve beklentiler yükler.

Eğer ki biri diğer yarısı olduğunu varsaydığımız kişiyle tanıştığında harkulade bir şeyin gerçekleştiğini iddia ediyorsa. Bu kişiler tüm duyularıyla aşka, aidiyete ve arzuya tutulur. Fakat, hayatlarını beraber sürdürecek bu insanlar birbirlerinden ne beklediklerini tam olarak asla bilmezler.

Gerçek aşk varmıdır hala tartışıladursun ruh eşi olgusu, evrende sizinle eş olan, yaradılış itibariyle sizi tamamlayacak ve içinizde oluşacak çarpılma hissiyle tanıyabileceğiniz tek bir kişiyi ima eder desek yalan söylemeyiz halihazırda...

Öte yandan aşık olmuş herkesin belirttiği üzere, aşk öyle hayatın tüm sorunlarına da bir çözüm getirmiyor. Hatta birçok baş ağrısı ve kalp kırıklığının sorumlusu romantik aşk. O zaman neden başka birinin omuzlarına bu kadar yük yükleyelim ki?

Bu durum bir hayli adaletsiz görünüyor. Neden var oluşa bağlı sorunumuzu, ruhumuzun yarasını iyileştirmek için bir eşe yönelelim? Ki bu hiçbir ölümlünün kaldıramayacağı yüce bir sorumlulukken. İşte tam da bu ağır ve yüce sorumluluğun gerçekten birbirini seven, aşık iki kişi tarafından yönetileceğini düşünüyorum. Ayrıntıları şu şekilde özetleyeyim. Gerçek aşk, dünyevi olmasa da başlangıcında dünyevi bir mesele. Başka deyişle, gerçek aşk ilk görüşte aniden fark edilen bir şeyden ziyade sıkı bir çalışmanın, sürekli bir ilginin ve fedakârlığın sonucudur diyebilirim.

Toparlayacak olursam aşk, hayatımızın sorunlarına mutlak bir çözüm getirmemekle birlikte onları daha katlanılabilir kılıp, geçtiğimiz yolları daha hoş hale dönüştürür.  Sevgiyle kalınız dostlar...