Bu yazımda öncelikle 3 Mayıs 1944 olaylarını ana hatlarıyla anlatmaya çalışacağım. 3 Mayıs bir milattır. Yaşanan olayları sadece Türk Milliyetçileri değil tüm genç beyinlerin iyi idrak etmesi ve akıllarından çıkarmaması gerekmektedir. Ana hatlarıyla anlatacağım 3 Mayıs 1944 olaylarından sonra yaşanan bazı dramatik, trajik komik, siyasi olayları ilerleyen süreçte elimden geldiğince yazmaya, anlatmaya çalışacağım…

1944 olayları Türkiye’de Türk Milliyetçiliğinin bir dönüm noktasıdır. Dünya eksenli düşündüğümüz zaman Türk Dünyasının ve Mazlum milletlerin ümidi olan Türkiye’de Türk Milliyetçilerine reva görülen zulüm sadece bu coğrafyada yaşayan Türkler için değil Dünya Türklüğü içinde bir dönüm noktasıdır.

Ziya Gökalp’ın sistemleştirdiği Türk milliyetçiliği, Darülfünun da Ahmet Vefik Paşa’nın, Harbiye’de Şıpka kahramanı Süleyman Paşa’nın tohumlarını attığı, Namık Kemal’in epik olarak eserlerinde işlediği bu düşünce ilk defa Milli Şef İsmet İnönü’nün Cumhurbaşkanlığında adeta terörist, bölücü hatta hükümete darbe olarak ele alınmış ve suç sayılmıştır. Bu fikrin savunucuları ise Vatan Haini ilan edilmiştir. Hüseyin Nihal Atsız Bey ile başlayan dava, Zeki Velidi ToganAlparslan Türkeş,Reha Oğuz TürkkanCihat Savaş FerNurullah BarımanFethi TevetoğluNejdet Sançar gibi isimler yargılanmıştır.

Her şey dönemin başbakanı Şükrü SARAÇĞOLU’nun 5 ağustos 1942 yılında TBMM’de yaptığı konuşma ile başladı.

Şükrü SARAÇOĞLU yaptığı konuşmada; “Biz Türküz! Türkçüyüz ve daima Türkçü kalacağız. Bizim için Türkçülük bir kan meselesi olduğu kadar ve lâakal, en az, en aşağı bir kültür meselesidir.” Dedi.

Bunun üzerine Hüseyin Nihal ATSIZ (Atsız Hoca diyeceğim) 1 Mart 1944 Tarihinde Orhun Dergisinde bir açık mektup kaleme aldı. Atsız Hoca açık mektubunda başbakan Şükrü SARAÇOĞLU’NUN mecliste yaptığı konuşmayı değerlendirerek… Devlet eliyle Komünist faaliyetlerin desteklendiğinden, komünistlerin hazırladığı dergilerin devletin parasıyla basıldığını, üniversite ve liselerde dağıtıldığından bahsetti. Bu mektupta Atsız hoca üstü kapalı komünist faaliyetlere dikkat çekmek istemişti.

Atsız Hoca 1 Nisan 1944’te Orhun Dergisinde ikinci açık mektubunu başbakan Şükrü SARAÇOĞLU’NA yazdı. Bu sefer mektubunda Sabahattin Ali, Pertev Naili Boratav, Ziya Karamuk, Fazıl Yınal, Ahmed Cevad Emre, Sadrettin Celal Antel, Şükrü Güllüoğlu gibi isimlerin komünist faaliyetlerde bulunduğunu ve bu faaliyetleri bire bir dönemin Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali YÜCEL’İN himayesinde yaptıklarını yazmıştır. Hatta mektubunun sonunda Hasan Ali YÜCEL’İN görevden el çektirilmesinin çok büyük bir vatanseverlik olduğunu dile getirmiştir.

Atsız Hoca’nın yazdığı iki açık mektuptan sonra Başbakan Şükrü SARAÇOĞLU sessiz kalmış adeta ne yapacağını bilememişti. Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali YÜCEL ise boş durmamış ve Sabahattin Ali’ye dava açması konusunda ısrar etmiştir. Sabahattin Ali’de, Ankara da kendisine yapılan “Vatan Haini” suçlamasını kabul etmediğini ve bunu hakaret varsaydığını dile getirerek Atsız Hoca’ya dava açmıştır. Hasan Ali YÜCEL ise yine boş durmamış İstanbul Boğaziçi Lisesinde Öğretmenlik yapan Atsız Hoca’yı Milli Eğitim Bakanlığı bünyesine alarak, Süleymaniye Kütüphanesinde görevlendirmiştir.

Sabahattin Ali Ankara’da dava açınca Atsız Hoca kimseye haber vermeden trene binmiş ve Ankara’ya doğru yola çıkmıştı. Asla pişman değildi. Anadolu’yu Türkiye yapan kıtalara hükmeden, bastığı yeri titreten bir milletin, varlığını ve başarılarını savunmaktan kim neden pişman olabilirdi ki…

Komünistler devlet destekli Türkiye’de komünist faaliyetlerde bulunurken, Anadolu’nun atom molekülü gençliğini zehirlemeye çalışırken yaptığı çıkış adeta bir savaş ilanıydı. Atsız Hoca bunları düşünürken Ankara da Tren istasyonunda haber vermemesine rağmen coşkulu bir kalabalık onu bekliyordu.

Özellikle üniversiteli ve liseli gençlerden oluşan bu kalabalık onu fazlasıyla mutlu etmişti.  Üniversiteli gençler, kendi milletini sevmenin suç olduğu bir günde fikir adamları yargılanırken derin bir hüzün ve kızgınlık içerisinde Ankara sokaklarında sloganlar atıyorlardı. Komünizme karşıydılar. Sadece karşı olmayı yeterli bulmuyorlar ve Türk Milliyetçiliği fikrini savunuyorlardı. Sokaklar “Kahrolsun Komünizm” sloganları ile evlerindeki vatandaşları merak içerisinde balkonlara akın ettirirken, “Milliyetçi Türkiye” yankılarıyla da balkonlardaki insanlara da fikirsel hedef gösteriliyordu.

Üniversiteli ve Liseli Türk Milliyetçisi gençler adliye koridorlarını da doldurmuştu. Sabahattin Ali korkudan kaçmıştı. Tarihler 3 Mayıs 1944’ü gösteriyordu. Atsız Hoca mahkeme heyetinin karşısında çıkmıştı.

3 Mayıs… Sadece Tutuklamaların, yersiz suçlamaların, iftiraların ve işkencelerin başlangıcı olmayacaktı.

3 Mayıs… Türk Milliyetçilerinin üzerine kara bulutların toplandığı bir gün olsa da Türk Milliyetçiliği Fikriyatından taviz vermeden Mahkemelerde yargılanan Tabutluklarda işkenceler gören fikir adamlarımız bu kara bulutların yağmur olup, rahmet olup yağmasına vesile olacaklardı.

Çünkü…

3 Mayıs… Türk Milliyetçiliğine yapılan her türlü yaptırıma rağmen, Türk Milliyetçiliği fikriyatının bu coğrafyada hatta bu Dünya’da ilelebet var olacağının göstergesi olmuştur.

3 Mayıs… Bundan sonra Türk Milliyetçilerinin Bayramı olacaktı.

“Türk’çe düşünen, Türk’çe hisseden, Türk’çe yazan, Türk’çe okuyan, Türk gibi yaşayanların en başta Türk Milliyetçiliği fikrinin savunuculuğunu yapan, savunuluculuğuyla yetinmeyip çilesini çekenlerin 3 MAYIS DÜNYA TÜRKÇÜLÜK BAYRAMI Kutlu Olsun.”






Yararlanılan Kaynaklar

1- Turancılık-27 Mayıs ve Milliyetçilik, Haz: İlhan Bahar, Hareket Yayınları, İstanbul, 2011

2- Devler Konuşuyor, Haz: Kolektif, Türk Edebiyat Vakfı Yayınları, İstanbul, 2008